Eski ekiple yeni Ortadoğu

Bölgede Bıden yönetimini bekleyen zorlu ajanlar.
Bölgede Bıden yönetimini bekleyen zorlu ajanlar.

ABD’nin 46. başkanı Joe Biden, Ortadoğu’daki meselelere yabancı olmayan bir dış politika ve güvenlik kabinesiyle yola çıkıyor. Ancak mevcut Ortadoğu, bu ekibinin 4 yıl önce bıraktığından çok farklı. Uluslararası düzende diğer devletlerin güvenini kaybetmiş olan ABD’de, kanlı kongre baskını, Washington hakkındaki soru işaretlerini daha da artırmış durumda.

ABD’deki siyasi bölünme, korona virüs salgınının artan etkisi, ekonomik darboğaz gibi etkenler, biden yönetiminin küresel siyasette hareket alanını daraltma potansiyeline sahip. her ne kadar biden yemin töreni konuşmasında küresel ittifakları iyileştirme vurgusu yapsa ve beyaz saray masaya dönüş iradesi beyan etse de, bunun nasıl yapılacağı hâlâ belirsiz. bu belirsizliğin en çok hissedildiği bölge ise Ortadoğu. tümü eski obama yönetiminde de görev yapmış olan biden kabinesinin üyelerinin önünde, Rusya ve Çin gibi güçlü oyuncuların olduğu, eski sorunların yenileriyle yer değiştirdiği, çetrefilli bir yeni Ortadoğu fotoğrafı bulunuyor.

20 Ocak 2021 günü ABD başkenti Washington D.C.’de alınan yoğun güvenlik önlemleri altında ülkenin 46. Başkanı Joe Biden, yemin ederek görevine resmen başladı. 1970’lerden bugüne Washington’un siyaset dehlizlerinde pekçok görevde bulunan, eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde 8 sene başkan yardımcılığı görevini yerine getiren Joe Biden, hem uluslararası siyasete hakim hem de iç siyasette etkisi olan bir politikacı. Ancak geride kalan dört yılda selefi, 45. ABD Başkanı Donald Trump kendisine öyle bir miras bıraktı ki, Joe Biden’ın teslim ettiği hem ABD hem de dünya birkaç yıl değil belki 10 yıllık bir değişimi kısa süre içinde yaşadı. Özellikle Çin’in Wuhan şehrinden tüm dünyaya kısa sürede yayılan ve yüzbinlerce cana şimdiden mal olan Covid-19 salgını, dünyamızı siyasi, ekonomik, sosyal ve teknolojik olarak hızlı bir değişim ve dönüşüm sürecinden geçirdi. Bu dönemde ABD’nin kendisini uluslararası siyaset arenasından geri çekmesi ve küresel işbirliği yerine kendi gündemini uygulamasıyla, doğan liderlik sorunu, zaten zayıflayan uluslararası kurumların işlevsizleşmesi sonucu, küresel boşluklar oluştu. Joe Biden işte bu çerçevede ABD Başkanlığı görevine başladı. Biden, yemin törenindeki konuşmasında, küresel ittifakları sağlamlaştıracağız vurgusunu yapması da, Trump döneminden 180 derece farklı bir dış politikanın uygulamaya konacağını gösterdi.

Beyaz Saray’a adım atar atmaz, imzaladığı kararnamelerle, Paris İklim Anlaşmasına, Dünya Sağlık Örgütü’ne dönüş ve bazı Müslüman ülkelere vize yasağının kaldırılması gibi adımlarla, Washington’un yeniden uluslararası işbirliği geri dönüş yapacağının sinyalini verdi. Beyaz Saray’da yapılan ilk basın toplantısında da sözcü Jen Psaki’nin yeni yönetimle ABD’nin dış politikada daha aktif rol oynayacağını “ABD küresel masaya dönüyor” sözleriyle dile getirmesi, Washington’un kurumsal olarak uluslararası siyasette daha etkin bir rol oynayacağını gösterdi. Ancak kendisini bekleyen birçok mesele, tek imzayla halledilebilecek kadar basit değil. Biden’ın oluşturduğu ulusal güvenlik ve dış politika ekibinin çetrefilli meselelere yabancı olmaması kendisi için kolaylaştırıcı olmakla birlikte, Trump döneminden miras kalan Ortadoğu’nun yeni fotoğrafı çözülmesi güç bir denklemi oluşturuyor. Tüm bu fotoğrafı başlıklar halinde değerlendirmeden önce Joe Biden’ın tanıdık dış politika ve güvenlik ekibine gözatmakta fayda var.

Washington’un kılcal damarlarında yetiştiler

 Joe Bıden’ın kendisine dış politika konularında destek olmasıyla seçtiği isimler, Washington’un kılcal damarlarında uzun zamandır görev yapan kişilerden oluşuyor.
Joe Bıden’ın kendisine dış politika konularında destek olmasıyla seçtiği isimler, Washington’un kılcal damarlarında uzun zamandır görev yapan kişilerden oluşuyor.

Joe Biden’ın kendisine dış politika konularında destek olmasıyla seçtiği isimler, Washington’un kılcal damarlarında uzun zamandır görev yapan kişilerden oluşuyor. Joe Biden’la yakın mesaide bulunan ya da Barack Obama döneminde görev yapan bu isimler, bir anlamda Washington’daki müesses nizamın çerçevesini çizdiği dış politika parametrelerinin temsilcileri. Bu kişiler aynı zamanda kariyerlerinin çoğunun Ortadoğu politikaları üzerinde geçirdikleri görülüyor.

Bu isimlerin başında ise yaklaşık 20 yıldır Joe Biden’la çalışan ve önümüzdeki süreçte Dışişleri Bakanlığı görevini yürütecek Antony Blinken yer alıyor. Eski Başkan Obama döneminde, ABD Dışişleri Bakan Yardımcılığı görevi yürüten Blinken ABD’nin hem Irak hem de Suriye politikasının belirlenmesinde önemli rol oynadığı biliniyor. Yine Biden kabinesinde Ulusal Güvenlik Danışmanı görevini yürütecek Jake Sullivan, 2015’te İran’la imzalanan nükleer anlaşmanın müzakere edilmesi önemli rol oynamış, bir dönem Hillary Clinton’un danışmanlığını yürütmüş ve yine Biden başkan yardımcısıyken ulusal güvenlik danışmanı görevini yürüttüğü biliniyor. Sullivan, özellikle Suriye politikasında terör örgütü DEAŞ’a karşı terör örgütü PKK/YPG’nin kullanılması stratejisinin mimarlarından. Kongre’den muafiyet hakkı tanınan emekli Orgeneral Lloyd Austin de yeni dönemde ABD Savunma Bakanı olarak görev yapacak. Sorumluluk alanı Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan oluşan Amerikan Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) görevini yürüten Austin, Blinken ve Sullivan’ın çerçevesini çizdiği DEAŞ’la mücadele stratejisinin sahada yürütücüsü konumundaydı. Austin, Suriye’de terör örgütü PKK/YPG’nin silahlandırılması politikasını da uygulayan isimdi. Kısacası, Biden yönetiminin üç kitik koltuğunda oturacak isimler, Ortadoğu’ya yabancı olan isimler değil ancak karşı karşıya kaldıkları Ortadoğu ise bildiklerinden çok farklı. Bu noktada belki Trump yönetiminin etkisini son 2 yılda en fazla hissettirdiği Ortadoğu politikalar Joe Biden’ı en fazla zorlayacak ve çetrefilli konuların başında geliyor.

Nükleer anlaşmada çetrefilli süreç

 Jake Sullivan, özellikle Suriye politikasında terör örgütü DEAŞ’a karşı terör örgütü pkk/ypg’nın kullanılması stratejisinin mimarlarından
Jake Sullivan, özellikle Suriye politikasında terör örgütü DEAŞ’a karşı terör örgütü pkk/ypg’nın kullanılması stratejisinin mimarlarından

Eski ABD Başkanı Donald Trump, ülkesini, 2015 yılında İran’la imzalanan anlaşmadan çekmesi ve Tahran’a maksimum baskı politikasını yeni yaptırımlarla desteklemesi sonucu, hem anlaşmanın şartlarını hem de zeminin değiştirmiş oldu. Tahran yönetimi, Washington’un anlaşmadan çekilmesiyle hem Rusya ve Çin gibi güçlerle ilişkileri farklı bir zemine taşıdı hem de nükleer enerji konusunda anlaşmanın sınırlarını fazlaca esneten hatta delen adımlar atmaktan geri durmadı. Bu dönemde İran’ın bölgedeki gücünün simgesi, Kudüs Güçleri Komutanı Kasım Süleymani’nin Bağdat’ta ABD tarafından düzenlenen suikastla öldürülmesi de, Tahran-Washington arasındaki ilişkilerde gerilimi üst düzeye çekerken, nükleer anlaşmanın üstüne de kan damlamış oldu.

ABD’nin müstakbel Dışişleri Bakanı Blinken’ın Ocay ayı içinde Senato Dış İlişkiler Komitesi’nde katıldığı oturumun ana gündem maddesi de yine İran ve nükleer anlaşma konusuydu. Kongre’nin ABD’nin dış politika sürecinde önemli rolü olduğu düşünüldüğünde, tek başına Biden yönetiminin İran ve diğer meselelerde hareket alanının çok esnek olmadığını belirtmek lazım. Kongrenin hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi kanadında İran’a yönelik yaptırım politikasını destekleyen güçlü isimlerin varlığı biliniyor. Bu anlamda Biden yönetiminin, İran’la yeni bir nükleer anlaşmaya dönüşte Kongre’nin her iki kanadıyla birlikte çalışması gerekecektir.

Biden yönetiminin İran’la bir anlaşmaya geri dönmesi için çok çetrefilli bir müzakere ve istişare sürecinden geçeceği görülüyor.
Biden yönetiminin İran’la bir anlaşmaya geri dönmesi için çok çetrefilli bir müzakere ve istişare sürecinden geçeceği görülüyor.

Yine yukarıda belirttiğim gibi, 4 yıl içinde mevcut nükleer anlaşmanın içeriği ve çerçevesine dönük önemli değişimler yaşandı. Tarafların bu değişimleri gözönünde bulundurarak yeni bir anlaşmayı hayata geçirmek isteyebileceği öngörülebilir. Örneğin İran, ABD tarafından anlaşmanın bozulmasını önleyecek daha geniş güvenceler talep edebilecektir. Bunun karşılığında Washington, Tahran’dan yalnızda nükleer faaliyetlerini değil, balistik ve konvansiyonel füze programının denetlenmesiyle, Ortadoğu’da destek verdiği yapılara yönelik kontrolün sağlanmasını talep edebilecektir. Ayrıca İsrail, suudi Arabistan gibi ABD’nin önemli müttefiklerinin masada söz sahibi olmak isteyeceklerini, ve İran’ın bölgesel nüfuzunun minimize edilmesini isteyeceklerini öngörmek işten bile değil. O nedenle, Biden yönetiminin İran’la bir anlaşmaya geri dönmesi için çok çetrefilli bir müzakere ve istişare sürecinden geçeceği görülüyor.

İsrail'in artan ağırlığı

Trump ve Netenyahu.
Trump ve Netenyahu.
  • Trump yönetimi yine ABD’nin İsrail-Filistin meselesindeki arabuluculuk pozisyonunu son 2 senede attığı adımlarla, Tel-Aviv’in ilhak politikasına ve bazı Körfez ülkeleriyle imzalanan ‘normalleşme’ anlaşmalarına destek vermesiyle, geri döndürülemez şekilde bozmuş durumda.

Trump döneminde Kudüs’ün ‘İsrail’in başkenti’ olarak tanınması ve ABD Büyükelçiliği’nin taşınması, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun başta yasa dışı yerleşim politikası olmak üzere, Golan Tepeleri’ni ilhak kararına verilen koşulsuz destek. Trump yönetiminin baskısı ve arabuluculuğunda, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Sudan ve Fas ile İsrail arasında ‘normalleşme’ anlaşmalarının imzalanması gibi gelişmelerin ardından Biden yönetimi, İsrail’in Filistin meselesinde ya da bölgesel meselelerde ikna etmek için çok daha fazla çaba harcamak zorunda kalacak. Her ne kadar Mart ayında İsrail’de yapılacak seçimler, Netanyahu’nun siyasi geleceğine ilişkin önemli bir belirleyici olacaksa da, ülkede iktidara gelecek herhangibir liderin, mevcut durumdan daha azına ikna olacağını söylemek mümkün değil. Zaten Antony Blinken da 19 Ocak’taki Senato oturumunda, ABD büyükelçiliğinin Kudüs’te kalacağını belirtti. Biden yönetiminin, başta Filsitin meselesi olmak üzere Arap ülkeleriyle İsrail arasındaki ilişkilerde politikasını mevcut durum üzerine bina edebileceği görülüyor.

Trump yönetiminin son dakika golü diye nitelenebilecek şekilde İsrail’i CENTCOM sorumluluk bölgesine dahil etmesi sonucu, Tel-Aviv, ABD’nin Ortadoğu politikasında halihazırdaki baskın konumunu daha da katılaşacak, bir anlamda İsrail, Biden yönetiminin Ortadoğu politikasında özellikle güvenlik ekseninde Kongre’deki lobi gücüyle söz sahibi konuma yükselecek. Bu da Biden yönetiminin bölge politikasında esnek davranmasını zorlaştıracak bir etkeni masaya şimdiden getirmiş durumda.

Rusya artık bir bölge gücü

Rus askeri.
Rus askeri.

Yine Rusya’nın özellikle Suriye merkezli olmak suretiyle bölgede askeri ve siyasi anlamda güç kazanması da yine Trump yönetiminin geride bıraktığı mirasların başında gelmekte.

  • Rusya, Ağustos 2015 tarihinde Suriye’de Esad rejimi lehine müdahalede bulunduğu ve sahada dengeleri değiştirdiğinde, başta Joe Biden olmak üzere tüm dış politika ve güvenlik kabinesi üyeleri yine aktif görevdeydiler. Ve yaptıkları sadece Rusya’nın Suriye’ye müdahalesini izlemekten ibaretti.

Aradan geçen 5 yıllık süre zarfında Putin yönetimi, Suriye’yi adeta kendisi için bir askeri üsse dönüştürmüş durumda. Moskova, Suriye’yi merkez aldığı stratejisinde, Doğu Akdeniz, Kızıldeniz hatta Afrika politikasında birbiri ardına önemli adımlar attı. Moskova bu adımlarla hem bölgede ABD karşısında alternatif bir güç oldu hem de Soğuk Savaş’tan beri elde etmediği bir güce kavuştu. Biden’ın dış politikada hasım diye nitelendirdiği Rusya’yla bu çerçevede mücadelesi yalnızca Baltık-Karadeniz hattında değil, çok daha geniş bir coğrafyada gerçekleşmek zorunda kalacak.

Yeni yönetimin, her fırsatta askeri gücünü kullanmaktan çekinmeyen bir Putin karşısında, sadece yaptırım politikasıyla başarılı olamayacağı ve Rusya ile işbirliği yapan ülkelere yönelik havuçlar sunması gerekiyor. Ancak ABD’nin kurumsal anlamda böyle bir politikayı hayata geçirme kapasitesine sahip olup olmadığı henüz bilinmiyor. Washington 20 yıl öncesinde olduğu gibi küresel alanda alternatifsiz de değil. Bu çerçevede diğer bölge aktörleriyle işbirliği konusunda ne kadar istekli olacağı, Rusya’yla mücadele bağlamında önemli bir parametre olacaktır. Rusya bilindiği üzere son olarak Kızıldeniz kıyısında Sudan’da bir deniz üssü kurma konusunda anlaşmaya vardı. Yine Libya’da önemli bir askeri varlığa sahip. Suriye ise zaten tüm bu Ortadoğu ve Afrika operasyonlarının yönetildiği merkez konumuna yükselmiş durumda. Bu çerçevede Biden yönetiminin, Türkiye başta olmak üzere bölgedeki kilit ülkeleri ikna edecek politikalar geliştirmesi, Rusya’nın bölgesel etkisini kırmada önemli rol oynayacaktır. Antony Blinken’ın son senato oturumunda belirttiği, Gürcistan’ın NATO üyeliğine kabulü, Ukrayna’da askeri desteğin öne çıktığı bir Karadeniz politikasını Biden döneminde hayata geçirerek, Moskova’nın dikkati Ortadoğu’dan kendi sınırlarına çekmek istediği görülüyor. Ancak kağıt üstündeki bu planın hayata ne derecede geçebileceği soru işareti. Biden ekibinin bu alandaki geçmiş karnesi de pek iyi değil.

Çin'in güçlenen varlığı

ABD’nin küresel güç mücadelesinde en büyük rakibi Çin de geçen 4 yılda boş durmadı. Pekin yönetimi kapalı kapılar ardından sürdürdüğü sessiz diplomasiyle, bugün neredeyse tüm Ortadoğu ülkeleriyle hem siyasi hem de ekonomik ilişkilerini geliştirmiş durumda. Son verilere göre Suudi Arabistan’ın en fazla petrol sattığı ülke olan Çin. Yine İran’la 400 milyar dolarlık bir yatırım anlaşması imzalamanın eşiğinde. Irak merkezi yönetimi hatta Erbil’le de yakın ilişkiye ve yatırımlara sahip Çin yönetimi. Yine Irak, Mısır ve hatta İsrail gibi Washington’un en yakın müttefikleyle ilişkileri üst seviyelere taşımış durumda. Yani artık bölge ülkeleri ABD karşısında alternatifsiz değil.

Kasım Süleymani’nin suikastla öldürülmesinin ardından Bağdat’a ilk ziyareti gerçekleştiren ülke Çin olmuştu. Yine Pekin yönetimi, Ortadoğu’nun önemli ülkelerinden Mısır’a hem ekonomik hem de siyasi yatırım yapmaya devam ediyor. Geçen sene Ocak ayında Çin Dışişleri Bakanı’nın ziyaret ettiği ülkelerin başında Mısır geliyordu. Pekin, ülkede önemli alt yapı yatırımlarına da imza atıyor. Hakeza, İsrail’in en büyük limanı Hayfa’nın modernizasyon projesini de Çinli şirketler yürütmekte. Tarihi İpek Yolu’nu yeniden canlnadıran Kuşak ve Yol Projesinde, Deniz İpek Yolu hattı, Kızıldeniz üzerinden Süveyş bağlantısıyla Akdeniz’e ve Avrupa’ya uzanmakta. Çin’in bu geniş, siyasi, ekonomik ve hatta askeri boyutu olan stratejisine karşı ABD’nin bölge ülkelerine nasıl bir model sunabileceği şimdiden merak ediliyor.

İşin düğüm noktası güven meselesi

ABD’de Joe Biden yönetimi, Ortadoğu’da bekleyen yüklü ajandanın gelip dayandığı nokta, satır aralarında da hissettirdiğimiz güven meselesi. Eski Başkan Donald Trump yönetimi dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Ortadoğu’da da ABD’ye ne kadar güvenilebileceği sorusunu artık masanın ortasına koymuş durumda. Biden yönetimi, 4 yıllık görev süresi sonrasında başka bir ABD yönetiminin gelip Washington’un tüm siyasi yatırımını tepetaklak etmeyeceği garantisini nasıl verecek? Her bölge ülkesinin aklının bir köşesinde artık ABD’nin sözlerinin hatta imzasının ne kadar güvenilir olduğuna ilişkin bir soru işareti mevcut. Tek imzayla kendisini her türlü sorumluluktan kurtarabilen bir yönetim anlayışının ABD’den hortlama ihtimali, farklı alternatiflerin varlığında Biden yönetimini bölgesel siyasete ilişkin politika oluşturmada en çok zorlayacak konuların başında geliyor. Bu çerçevede belki de Joe Biden’ın önce ev ödevini en iyi şekilde yapması ve uzun zamandır başlayan ama Trump döneminde derinleşen güven problemini çözüm yolunda, tehdit diliyle değil, güven artırıcı siyaset ve müttefiklerinin sorunlarına gerçekçi çözümler üreterek ilerlemesinden geçiyor.