Çoktan bitmiş bir gülümsemenin fotoğrafı: Susan Sontag

Susan Sontag.
Susan Sontag.

Sontag, Amerikalılar içinde belki de en kıvrak zekâlı olanı. Aktivist, entelektüel, romancı, sanat eleştirmeni. Fotoğraf ve sinemayla da bağlantısı var. Entelektüel bir hiperaktivite. Yazmayı sadece masa başı faaliyeti olarak görmeyen yazdıklarına inanan ve yazdıklarının akis oluşturması için çabalayan bir yazar. Walter Benjamin ve John Berger’le birlikte görsel dünya üzerine en derin fikirleri üreten bir eleştirmen. 20. yüzyıl sanat dünyasına cesur bir amazon gibi dahil olan bir usta.

Gogol, Dostoyevski’yi şu yüzden sevdiğini söylüyor: “Çünkü tutarlılıkla, öfkeyle ve ölçüsüzce çarpıtır.” Gogol’ün sempatisini ödünç alarak şöyle demem gerekiyor: Sontag’ı severim. Çünkü tutarlılıkla, öfkeyle ve ölçüsüzce seslenir. Bu ölçüde net, karışıklığa izin vermeyen, düşüncelerini yarım bırakmayan bir zekâ çok nadir rastlanan bir durum. Sontag son dönem Batı düşünce dünyasında entelektüel eylem ve düşünce kategorisinde belki de tek endemik çiçek. Günümüzde her şey bir fotoğrafta bitmek için vardır demek için Sontag olmak gerekiyor. Zira Mallerme’nin “Her şey bir kitabın son sayfasında bitmek için vardır” sözünü yalnız Sontag kadar donanımlı bir edebiyatçıysanız algılayıp itiraz edebilirsiniz.

Düşük IQ’lu kimseler hayal kuramaz. Onlar sadece ev, araba, düzenli gelir vs. gibi arzularını hayal zannederler. Sontag’ın hem bir entelektüel hem bir romancı olması hayallerine düşünce ceketini giydirebilmesindeki ustalıkla ilgili. Sontag günlüklerinde bahsettiği kadarıyla hayatını düşünmeye ve yazmaya hediye etmiş bir yazardı. Bu mesaisi yirmi dört saat devam ediyordu. Düşündüğü şey hakkında zihninde bir kozmos kuruyor ve bunu olası tüm kaoslardan kurtarmayı çok iyi biliyordu.

Cumartesi ile pazar arasındaki farkı hissetmiyorsanız yalnızsınız demektir. İnsanlar Ortadoğu’da öldüğünde de New York’ta öldüğünde de canınız yanıyorsa vicdanlısınız. Sontag vicdanlı biriydi. Vicdanı kaleminden taşarak davranışa dönüşebiliyordu. Entelektüel bir parazit olmadı hiç. Onun insan haklarını savunduğunu söylüyorlar hep. Bence öyle değil. O insanı ve hakkı savundu. Böylesi daha temiz ve Sontag’a daha çok yakışıyor. İnsan Hakları’nın ideolojik karanlığına da dahil olmamış oluyor. İnsan Hakları adına katliam yapabilirsiniz ama insan ve hak adına yapamazsınız.

Çağdaş büyük edebiyatçıların neredeyse tamamı hakkında hem özgün hem de övgü dolu cümleler kurmuş bir sanatçı Sontag. Yayıncılar Sontag’ın bu cümlelerini bir pazarlama aparatı olarak çok sık kullanıyorlar. Çoğu önemli romanın arka kapağında bir Sontag yorumuna rastlamak artık olağan hâle geldi. Büyük ihtimalle Sontag bütün büyük romancıları arkadaşı olarak görüyordu. Ve galiba kendimize ait kusurları arkadaşlarımız sayesinde keşfettiğimiz sırrını bilen sınırlı sayıdaki insanlardan biriydi. Arkadaşlarının romanları hakkında yazarak kendini gözlemlemek, kendinde tamirat yapmak fırsatını yakalıyordu. Ve buna eleştiri diyordu. Haklıydı da. Malumdur ki arkadaşlık arkadaşlarımız gibi olmadığımızda anlamlıdır.

Sontag kendine “ciddiyet bağnazı” diyor. Kendini böyle görmesinin birçok sebebi olabilir. Bana kalırsa eğlence kültünün ilahlaştığı bir dünyada bir ret, bir karşı duruş anlamına gelecek şekilde kendini böyle isimlendiriyordu. Play kültürünün işgaline karşı kelimelerle direnmenin gücüne inanıyordu. Fotoğraf Üzerine kitabında, “Anlam arayışı mevcut dünyayı kabul etmemekle başlar. Oysa ki fotoğrafın amacı mevcut dünyanın sanatsallığının propagandasıdır.” demişti. Mutsuz bilinç sahibiydi Sontag. Memnuniyetin ahlaksızlık olduğunu düşünüyordu.

Hayatta elde edeceğiniz her şeyin sonunda çöpe gideceğini fark ettiğiniz an ağlamak çok kolaydır. Sontag muhtemel tüm gözyaşlarına uzak olmak için hayatı boyunca çabaladı. Çöpe gitmeyecek şeylerle ilgilendi. Okudu, yazdı, düşündü, hocalık yaptı, dersler verdi. 20. yüzyıl düşüncesini yorumlarıyla eleştirileriyle epey etkiledi. Ardında defosuz bir biyografi bıraktı. Sorumluluk duygusu ona saçlarındaki beyazlar kadar çok yakışıyordu.