Öykülerimde acıyı aktarmaya çalışıyorum

Necip Tosun
Necip Tosun

Calvino kendi kurmaca dünyasında en çok tekrar eden imgenin kent olduğunu söylüyor; Borges'e sorsalardı (belki de sormuşlardır) labirent cevabını verirdi. Biz Atay için bunun "oyun", Tanpınar içinse pekala "zaman" olabileceğini düşünüyoruz. Ya sizin? Sizce neden?

İnsanlığın en büyük kutsallarından birinin tecrübe olduğunu düşünüyorum.

Necip Tosun:

Öykülerimin tümünü izah edecek bir imgeyi bulmanın zor olduğunu düşünüyorum. Ama genellikle geçmişle, gelecekle, hayatla yüzleşmeleri öyküye taşıdığımı görüyorum. Muhtemelen öykülerimi izah eden imge de bu "yüzleşmeler" olmalı. Ve yüzleşmelerin doğal imgeleri: sigara dumanları, saatler, albümler, yağan yağmurlar... İnsanlığın en büyük kutsallarından birinin tecrübe olduğunu düşünüyorum. Yani yaşadıkları, gözledikleri, bir ömür biriktirdikleri... Üzerinde yaşadığımız topraklarda belki yüzyılda yaşanacak bir insanlık hâdisesi otuz yılda yaşandı. Darbeler, kıyımlar, kalkışmalar, mücadeleler. Bundan alınacak dersler olduğunu düşünüyorum. İşte ilk öykülerde yaşadığımız çağın, dönemin savrulmalarını anlattım. Özellikle kendi kuşağımın, seksen kuşağının savrulmalarını. Bunlar belki de kaçınılmazdı. 12 Eylül yaşandı. Ben bizzat çevremde intiharlara, cinnetlere, ömür boyu hapislere şahit oldum. Ve bu dönemin bünyesinde müthiş birikimler, tecrübeler vardı.

Bunlardan hepimizin alacağı dersler olduğunu düşünüyordum. Savrulan insanlar boş yere yitip gitmesin diye, onların bıraktıklarını anlamaya çalıştım. Bu benim kendi kuşağıma bir borcumdu ve açık bir yüzleşme ve hesaplaşmaydı. Bu yüzleşmeler daha sonra genişledi, zenginleşti, çoğaldı. Her kesimden insanın yüzleşmelerini yazmayı sürdürdüm. Çatışma, huzursuzluk ve acı, insanın yazma gerekçelerinin başında gelir. Eser bir çığlıktır ve kaynağı da huzursuzluktur. Yazar eseriyle ikiyüzlülüklerle, ihanetlerle ödeşmeye, yazıyla kendini onarmaya çalışır. Kişi bir yandan kendi kendisiyle bir iç döküş hâlinde söyleşirken bir yandan da hayatı yaşanmaz kılan, olumsuzluklarla hesaplaşır. Bu acı, yalnızlık, dışlanmışlık ise anlatıcının öfke ve isyana dönüşmüş çığlığı olarak eserde var olur. Bir öykü hangi durumu, olayı anlatırsa anlatsın içinde hayata, yaşanmışlıklara ilişkin bir acıyı, bir keşfi aktarmıyorsa o öykünün varoluşu gerçekleşmemiş eksik bir öykü demektir.

Yazar eseriyle ikiyüzlülüklerle, ihanetlerle ödeşmeye, yazıyla kendini onarmaya çalışır.

Bir acıyı, bir dramı, bir duyguyu temsil etmeyen öykünün yazılma gerekçesi de yoktur. Ben de öykülerimde bir acıyı aktarmaya çalışıyorum. Benim öykülerimde bunalan değil, kendi varoluşsal problemlerini aşmak, hayatla "yüzleşmek" isteyen insanlar var. Bu kahramanların tümü hayata ilişkin sorusu olan insanlar. Bu yüzden saygıdeğer insanlar. Burada içe dönük, iç benin gerçeklikten kopuk, hayattan kopuk hastalıklı bunalımları anlatılmaz. Kuşkusuz yangın her zaman en tepede oluyor. Ahaliye en son ulaşıyor. Ama asıl amaç modern öykünün "ayna" fonksiyonu. Bu modern toplumun üyelerine, içinde bulundukları ortama, tüm gerçekliğiyle ayna tutmaya çalışıyorum. Sanat kuşkusuz "uyum"dan doğacağı gibi "çatışma"dan da doğar. Yaşamsal bir problem, sahih bir şekilde ortaya konmadan, varoluş şartları tartışılmadan, yok sayılarak nasıl aşılabilir ki? Kırlar, çiçekler, böcekler anlatılır, felaketler, sıkıntılar, açmazlar anlatılmaz diye bir şey yok.

Hayatın bütün alanlarını anlatabilmeliyiz. Çünkü hayatın bir yanını ıskalamak fıtrata ters düşmektir. Bilindiği gibi Kur'an'da ulusların uğradığı felaketler, yaptıkları sapkınlıklar anlatılır. Elbette bunlardan ders çıkarmamız için. Bu anlamda yenilgilerimizi konuşmaktan korkmamalıyız. Ama yazıklanma, kendi kendimize haksızlık etme anlamında değil tabii bu. Umut yanında elbette korku, yenilgi, yalnızlık da anlatılabilir. Umudun yeşermesine, kök salmasına vesile olsun, dayanak olsun diye mağlubiyetler de anlatılabilir. Çünkü bu felaketlerden, savrulmalardan, kayboluşlardan alacağımız dersler vardır ve her durumda tecrübe kutsaldır. Öykülerimde hayatı yaşanmaz kılan olumsuzluklara, kaçırılmış hayatlara, yok olmuş umutlara bakmaya çalıştım. Ama bunlar "yenilmiş insanlar" değil. Çünkü yenilen kahramanlar değil, onun etrafındaki insanlar. Tam tersine diğerleri yenilmiş.

Bir öykü hangi durumu, olayı anlatırsa anlatsın içinde hayata, yaşanmışlıklara ilişkin bir acıyı, bir keşfi aktarmıyorsa o öykünün varoluşu gerçekleşmemiş eksik bir öykü demektir.

Kahramanlarımız ise sıçrama zemini bulmuş, aydınlanma yaşamış kişiler. Yaşanan hayata, akıp giden düzene teslim olmamaya çalışarak ona müdahale etmek isteyen, onu değiştirmek, dönüştürmek isteyen insanların çabaları var. Dolayısıyla değişim benim öykülerimin hep merkezinde yer alır. Bu değişim karşısında insanların aldıkları tavırlar çok ilgimi çekiyor. Çünkü insanlar gerçek durumlarını tam da burada sergiliyorlar. Bu insanların açmazlarını, çelişkilerini, zaman zaman zavallılıklarını, acınası hâllerini, zayıflıklarını, zaman zaman da inceliklerini, güzelliklerini kısaca bir bütün olarak yaşamsal gerçekliklerini anlatmaya çalıştım. Kahramanlar, yenilmiş insanların içinde kendilerini yalnız hissediyorlar. Benim öykülerimde yenilmişlik duygusundan çok, yalnızlaşma duygusu var. Descartes'tı galiba; "Yalnızlık, bir daha kırılmayacağın ve üzülmeyeceğin bir huzurdur. Onu çekilmez yapan tek şey ise 'yenilmişlik' duygusudur." diyordu.

Önemli olan yaşananlardan edinilen tecrübedir. Ben yenilmiş insanların karamsarlığını değil, etrafı boşalan, yalnızlaşan insanın tecrübelerini aktarmaya çalışıyorum. Ama hayatla yüzleşme öykülerin hep odak noktasıdır. Öykü hayatım boyunca acılarına, yalnızlıklarına, savrulmalarına dokunamadığım, dünyasına yabancı olduğum karakterlerden hep uzak durdum. Beni etkileyen, kendimden bir iz, duygu bulduğum karakterlere yaklaşmayı denedim. Sadece kayda geçirmek istediğim insanları öyküye taşıdım. Belki bunun bir nedeni de o duyguları, düşünceleri var kılmak, onların sesinin yankısı olmak tavrıydı. Biraz daha ileri gidersek, başkalarının hayatlarıyla insanın kendisini, duygularını aktarma çabası diyebiliriz buna. Çünkü insan kimi anlatırsa anlatsın biraz da kendini anlatır. Onun duygularına kendi duygularını katar, orada kendini gizler, söyleyeceklerini oralarda söyler. Yazdığım tüm karakterleri çok iyi biliyorum ve onları çok seviyorum. Çünkü hepsi etrafımda dolaşıyor, yaşıyor ve ben onları sürekli görüyorum.