Kudüs’ü son terk eden Bedri Başakıncı’nın hatıraları

Kudüs’ün terk edildiği 1917 yılı sonuna kadar Osmanlı Devleti tüm kurumlarıyla vazifesini hakkıyla yerine getirmeye çalışmıştır.
Kudüs’ün terk edildiği 1917 yılı sonuna kadar Osmanlı Devleti tüm kurumlarıyla vazifesini hakkıyla yerine getirmeye çalışmıştır.

'2023 yılında İsrail’in hedef gözetmeksiniz Filistinli kadın, çocuk demeden bomba yağdırması, hastaneleri vurması herhâlde İsrail’i kuran İngilizlerin 1917’de yine aynı coğrafyada yaptıklarına öykünme olsa gerek.'

Kudüs’e Dair

Osmanlı Filistin'i.
Osmanlı Filistin'i.
Yapılan müzakereler neticesi, cephenin geriye alınması ve Kudüs’ün muharebesiz boşaltılması kararlaştırılmıştı. Bu sebeple kıtaat akşam karanlığından sonra çekilmeye başlayacaktı.
Yapılan müzakereler neticesi, cephenin geriye alınması ve Kudüs’ün muharebesiz boşaltılması kararlaştırılmıştı. Bu sebeple kıtaat akşam karanlığından sonra çekilmeye başlayacaktı.

Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam dinlerine göre kutsal sayılan Kudüs, Müslümanlar için Mekke ve Medine’den sonra en kutsal şehirdir. Hazret-i Peygamber’in Miraç’a çıktığı bu şehir Müslümanlar için ilk kıble olmuştur. Mekke, Medine’ye Kudüs’e önem veren “Hadimü’l-Haremeyn” unvanını Yavuz’dan önce alan, Mehmet Akif’in ifadesiyle “Şark’ın en sevgili sultanı”, Fransız tarihçi Champdor’a göre “İslam’ın en saf kahramanı” olan Selahattin Eyyubi, Kudüs’ü Haçlılardan Müslümanların himayesine almıştır. O günden günümüze şehir farklı milletler ve din müntesipleri arasında ara ara el değiştirmiştir.

Yavuz Sultan Selim’le Osmanlı himayesine giren Kudüs 1917’ye kadar huzur ve barışla yönetilmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nın en şiddetli hâlinin hissedildiği 1917 Ağustos’unda Kudüs’ü ve civarını savunmak için Alman taburlarıyla takviye edilerek kurulan Yıldırım Orduları Grubu’nda Erich von Falkenhayn, Mustafa Kemal Paşa, Fevzi Çakmak, İsmet İnönü, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Fahrettin Altay gibi birçok önemli komutanlar bulunmuştur. Kurulan ordunun da dâhil olduğu 26 Mart-7 Kasım 1917 tarihleri arasındaki Gazze önlerinde İngilizlerle yapılan üç muharebenin ilk ikisini kazanan Osmanlı ordusu Üçüncü Gazze Muharebesi’ni kaybedince Kudüs, Gazze kaybedilmiştir.

11 Aralık 1917’de İngiliz General Allenby’in Kudüs’e girmesiyle Filistin’de İngiliz askeri yönetimi başlamıştır. General Allenby, Müslüman milletlerin olası tepkisini önlemek için kutsal mekânların korumasını Hintli Müslüman askerlere vermiştir. Kudüs’ün düşüşüyle “Türk çizmesi altında inleyen şehir, salîbe kavuşuyor. Yaşasın Kudüs fâtihi Allenbi!” nidalarıyla bazı Avrupa başkentlerinde sevinç gösterileri içinde büyük şenlikler ve kutlamalar yapılmıştır. Kudüs’ün düşmesi İslam coğrafyasında büyük bir moral çöküntüsüne sebep olmuş, Osmanlı İmparatorluğu’nun azameti yara almıştır.

1917 yılında İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur Balfour’un girişimiyle Filistin’de bir Yahudi devletinin -İsrail- kurulmasını isteyen 67 kelimeden oluşan bildirisi Ortadoğu’ya “kan ve gözyaşı” ile anılan sorunlu miras bırakmıştır. Bu tarihten itibaren Kudüs’ün statüsündeki belirsizlik hâlâ çözülememiş, dünyayı meşgul eden bir mesele olduğundan hâlâ tartışılmaktadır.

Hilal-i Ahmer raporlarında Kudüs’ün terki

Yavuz Sultan Selim’le Osmanlı himayesine giren Kudüs 1917’ye kadar huzur ve barışla yönetilmiştir.
Yavuz Sultan Selim’le Osmanlı himayesine giren Kudüs 1917’ye kadar huzur ve barışla yönetilmiştir.

2023 yılında İsrail’in hedef gözetmeksiniz Filistinli kadın, çocuk demeden bomba yağdırması, hastaneleri vurması herhâlde İsrail’i kuran İngilizlerin 1917’de yine aynı coğrafyada yaptıklarına öykünme olsa gerek.

Uzun yıllar Kudüs’ü bir huzur diyarı yapan Osmanlı İngilizlere yenilince geri çekilmek, o diyarları terk etmek zorunda kalmıştır. Kudüs’ün terk edildiği 1917 yılı sonuna kadar Osmanlı Devleti tüm kurumlarıyla vazifesini hakkıyla yerine getirmeye çalışmış, insani yardımların dağıtılması ve yaralıların tedavisinde olağanüstü gayret sarf etmiştir.

Mesut Çapa’nın “Kızılay (Hilal- i Ahmer) Cemiyeti, 1914 – 1925” başlıklı doktora tezine göre Kasım 1917’den itibaren Dördüncü Ordu’nun geri çekilmesiyle birlikte Kızılay’da hastaların ve eşyaların İngilizlerin eline geçmemesi için bir çalışma yapmıştır. Ancak kısa zamanda binlerce askeri ve bunlara ait eşyaları düzenli bir şekilde güvenli yerlere taşımak gerek dönemin teknik imkânları gerekse olağanüstü şartlardan dolayı mümkün olmamıştır. Geriye dönüş yolculuğu oldukça güç şartlar altında geçen Kızılay heyetinin raporuna göre, Kasım başında Türk kuvvetlerinin Gazze yenilgisinden sonra harp sahası içinde kalan hastane heyeti, “hem miktarı fevkalade çok olan mecruhların tedavisine ve hem de eşyasının şimale nakline” mecbur kalmıştı.

Ancak, düşmanın çok hızlı ilerlemesinden dolayı eşyanın bir kısmı terk edildiği gibi, geriye sevk edilen eşyanın bir kısmı da İngiliz savaş uçaklarının attığı bombalarla yanmıştı. Servet-i Fünun dergisinin 8 Ağustos 1917 tarihli 1356 sayısında Kudüs’ten bir fotoğraf yayınlanmış, kutsal gözetmeyen “düşman tayyarelerinin hücumuna maruz kalan” Kudüs ve civarındaki hastaneler İngiliz filoları tarafından bombaladığı yazılmıştır.

Kızılay görevlilerine gelen bir yazıda da “Kıymetli ve mecruhinin tedavisine lüzum olmayan eşyanın geriye sevkiyle Aful’e veya daha münasip bir mahalde depo edilmesi...” ve Vadi-i Sarar’da yaralılar için yeterli malzemenin bırakılması isteniyordu. O gece yaralıların tedavisi sürerken diğer yandan eşyanın en önemli bölümü dört vagona yüklenmiştir. Aynı gece Menzil Müfettişliği’ne, Nokta Komutanlığı vasıtasıyla tebliğ edilen emirde “... Yürümeye muktedir olanlar icabında maşiyen (yaya) sevk edilerek, yürümeye muktedir olmayanlardan kabil-i naklolanları elinize geçen her vasıtadan bilistifade geriye gönderiniz. Gayri Kabil- i naklolan ağır mecruh ve zuafa sevkin neticesi zamanı geldiği vakit miktar-ı kafi edeviyye ve erzakları ve bir sıhhiye ve iaşe memuru ile terkedilir.” denilmiştir. Geceden vagonlara yüklenen eşya Rimle’ye doğru yola çıkarılmıştır. Ancak İngiliz filolarını iki vagonu vurduğundan eşyalar yanmış, bazı kişiler yaralanmıştır. Cepheden gelen 300 yaralının pansumanları yapıldıktan sonra iaşeleri temin edilerek yarısı yaya, diğer yarısı trenle Rimle’ye sevk edilmiştir. Aynı günlerde Kudüs Menzil Müfettişliği’nden alınan üç otomobille depoda bulunan eşyadan ecza, konserve, battaniye gibi değerli eşya ve malzemeler sahile nakledilmiştir. Bu sırada taşınmayan eşyaların imha edilmesi yerine satılması kararı verilince eşyalar üç gün içinde satılmıştır. Askerî malzeme ve değerli olanlar ise trenle Şam’a getirilmiştir. Böylece Kudüs’ten geri çekiliş insan ve eşya anlamında en az zayiatla 26 Kasım’da Şam’da sona ermiştir. Bu hazin geri çekiliş birçok hatıratta olduğu gibi Bedri Başakıncı’nın hatırasında da yer etmiştir.

Bedri Başakıncı kimdir?

11 Aralık 1917’de İngiliz General Allenby’in Kudüs’e girmesiyle Filistin’de İngiliz askeri yönetimi başlamıştır.
11 Aralık 1917’de İngiliz General Allenby’in Kudüs’e girmesiyle Filistin’de İngiliz askeri yönetimi başlamıştır.
Kurtuluş Savaşında Çerkeslerin Rolü kitabı.
Kurtuluş Savaşında Çerkeslerin Rolü kitabı.

Doğum ve ölüm tarihini tam tespit edemediğimiz “Sakallı Bedri” olarak da tanınan Başakıncı, “IV. Ordu 24. Tümen Süvari Bölüğünden Mülazım- ı Evvel [Üsteğmen] Bedri Efendi” olarak hatıratlarda zikredilmiştir. Birinci Dünya Savaşı yıllarında Arap coğrafyasında mücadele eden Üsteğmen Bedri gözü kara tavrı ile tanınmış, maiyetindeki askerleri tehlikeye atmamak için kendisi her zaman öncü olmuştur. Muhittin Ünal’ın Kurtuluş Savaşı’nda Çerkeslerin Rolü kitabına göre Güney Anadolu’nun kurtuluşunda önemli rolü olan Çerkeslerden birisi olan Bedri Bey, Göksun ilçesine bağlı ve Kabartay asıllı Kamışçık köyündendir. İbrahim Beşe’nin İşgalden Kurtuluşa Kilis: Aralık 1918- 1921 kitabına göre Teşkilat-ı Mahsusa’da “Sudi” kod adı ile görev almıştır. Süvari teğmeni iken Teşkilat-ı Mahsusa’nın önemli elemanlarından biri olan Yenibahçeli Ahmet Şükrü Oğuz’un yanında gerilla harbi ve eşkıya takibinde uzmanlaşmış bir askerdir. 133/1917’de yılında Mülazım-ı Evvel Bedri Bey’in yüzbaşılığa terfi beratını Enver Paşa imzalayarak terfi etmiştir. Doç. Dr. Sadiye Tutsak’ın “Millî Mücadele Yıllarında Suriye’deki Gelişmelerin Güney Cephesi ve Ankara Hükümeti Açısından Önemi” başlıklı yazısında, Mustafa Kemal Paşa tarafından önemsenen Bedri Bey Millî Mücadele’de Fransızlara karşı Arap direnişini daha güçlendirmek ve direnişçileri Türklere yakınlaştırmak için görev aldığı belirtilmiştir. Bu yazıya göre; Suriye’de önemli aşiret reislerinden olan Hacim Paşa, Çerkes Bedri Bey komutası altında bulunan Türk kuvvetleri İbrahim Henanu Bey ile Fransızlara karşı ortak hareket etmiştir. Ahmet Faik Türkmen’in Hatay Manda Tarihi kitabına göre Suriye’de Fransızlara kök söktüren saldırılar yapmıştır. Serbest davranışlarının harp nizamına zarar verdiği için o bölgesinin sorumlusu Özdemir Bey tarafından uyarılıp çok kısa bir süre görevden el çektirilmiştir. Türk Dünyası Araştırmaları dergisinin Şubat 1994 tarihli sayısındaki Sebahattin Samur’un çevirisi ile yayınlanan Abdülkerim Rafık’ın “Türkiye-Suriye İlişkileri 1918-1926” başlıklı yazısında Çerkes Bedri Bey’in komutasındaki bu birlik Türklerle Araplar arasındaki kardeşliği ifade eden her iki yüzündeki beyaz şeridin altında “inananlar kardeştir” yazılı Hucurat Suresi’nin 10. ayeti; bir yüzünde Türk bayrağı öbür yüzünde Arap bayrağı olan bayrağı taşıdığı yazmaktadır.

Millî Mücadele yıllarında Selahattin Adil Paşa’nın yaverliğini de yapan Başakıncı, İskenderun, İslahiye, Osmaniye ve Hassa yörelerinde görevlendirilmiştir. Bedri Başakıncı’nın soyadı Mustafa Kemal Paşa tarafından verilmiştir. Bedri Başakıncı, Orhan Saydam’ın 21 Ocak 2021 tarihli Elbistan’ın Sesi gazetesinde yayınladığı “Maraş Mücadelesi’nde Elbistan ve Milis Kuvvetler” yazısına göre Nuri Pakdil ile de dede tarafından akrabadır. 1949 yılında Yeni Sabah gazetesine gönderdiği bir okur mektubunda adresini “Taksim, Gümüşsuyu Ülker sokak Akın apartman 10/8” olarak belirten Bedri Başakıncı uzun yıllar İstanbul’da yaşamış, süreli yayınlarda birçok yazısı, mülakatı neşredilmiştir.

Kudüs’ten geriye dönerken

Uzun yıllar Kudüs’ü bir huzur diyarı yapan Osmanlı İngilizlere yenilince geri çekilmek, o diyarları terk etmek zorunda kalmıştır.
Uzun yıllar Kudüs’ü bir huzur diyarı yapan Osmanlı İngilizlere yenilince geri çekilmek, o diyarları terk etmek zorunda kalmıştır.

Yavuz Sultan Selim’in yelesi kabarmış atlarla gittiği Kudüs’ten, Mehmetçik ve Türk milleti kötü bir trenle dönen çıkmak zorunda kalmıştır. Bu durum Türk ordularının bozgunu sonrasında Osmanlı Devleti’nin bu topraklardaki son yolculuğu olmuş ve Mondros Mütarekesi’yle bir dönem kapanmıştır. Cephedeki önemli muharebelerin ardından geri çekilmek zorunda kalan ahali nice dramlara şahit olmuş, sıkıntılar, sefaletler yaşamıştır.

  • İbrahimî dinlerin kutsal mekânından gözyaşları içinde ayrılan son tanık Bedri Başakıncı da bu sıkıntılara düçar olanlardandır. Bedri Başakıncı o günleri Dün ve Bugün dergisinin 22 Haziran 1956 tarihli 33. sayısında “Kudüs’ten En Son Çekilen Bendim!” başlıklı yazısında kaleme almıştır.
Osmanlı ordusu Üçüncü Gazze Muharebesi’ni kaybedince Kudüs, Gazze kaybedilmiştir.
Osmanlı ordusu Üçüncü Gazze Muharebesi’ni kaybedince Kudüs, Gazze kaybedilmiştir.

Gazze muharebeleri mağlûbiyetimizle sona erip, ric’at başlayınca yıpranmış, harp kudretini ve hatta maneviyatını yüzde elli kaybetmiş ordumuza saldırılar olmuştur. Saldırıya karşılık veremeyeceğini düşünen birlikler Kudüs’e yakın bir belde olan Kerek’ten hareket ederek daha güvenli olan Kudüs’e gelmiştir.

Başakıncı gibi kolordusunu sağ salim güvenli yerlere çekenlerden biri de Ali Fuat Cebesoy’dur. Kolordu, Halilulrahman istikametinden gelmekte olan düşmanla irtibatı kaybetmiştir. Bunun için Yedinci Süvari Alayı’nın en muktedir askerleri gözü pek bir kumandan komutasında keşif için Halilulrahman istikametinde süratle ilerlemiştir. Bu askerlere gelmekte olan düşman kuvvetlerinin hakiki miktarını bildirmek, edinebildikleri bilgileri de merkeze aktarmak vazifesi verilmiştir.

Ali Fuat Cebesoy.
Ali Fuat Cebesoy.

Bu emir üzerine Kudüs’te bir saat istirahat etmeden yirmi atlıyla Halilulrahman istikametinde yola düşen, ancak bölgeye ait haritası dahi olmayan Başakıncı “Haritası olmayan bir keşif kolu gözlüğü olmayan bir ihtiyardan daha acıklı bir durumdadır.” demesine rağmen görevini hakkıyla yapıp, keşif raporu hazırlamıştır. Yazdığı keşif raporunda düşmanın bulunduğu mahalli, düşman kuvvetlerinin yürüyüşünü kesin ve net olarak yazmak düşüncesiyle seri hareket etmiştir. Bedri Başakıncı “serpme dağlıkça” diye tarif ettiği Kudüs’ten ikindi vakti şose yoldan hareketle keşfe çıkmıştır.

Hızlı, meşakkatli ve zor yürüyüşle çok uzaklardan Kudüs’e gelen ve Kudüs’te de bir saat istirahatten sonra tekrar yola çıkan askerin ve hayvanın bırakın yarınki görevleri, bugünkünü bile yapmak için en az bir gecelik deliksiz istirahatine ihtiyacı vardır. Ancak durumun mecburiyetinden yola düşen askerler karanlığa kadar süratli yürüyüşle epey yol almıştır. Şosenin iki yüz metre kenarında kuytu bir yerde hafif tertibat alarak gözleme başlayan keşif ekibi, atları yemleyip tekrar yola düşmüştür. Başakıncı, öğleden bir saat evvel düşman tarafından gelen bir Arap’a rastlayınca ona bulunduğu yer, ilerde varacağı mahallerin adlarını, rastladığı düşman askerlerinin yeri ve kuvvetlerinin miktarını sormuştur. Arap, yerden bir avuç kum alıp havaya savurup, “misli remil” yani “kum gibi her yerdeler” diye cevap vermiş, iki saat yürüyünce düşmanı göreceğini söylemiştir.

Kudüs’ten geri çekiliş insan ve eşya anlamında en az zayiatla 26 Kasım’da Şam’da sona ermiştir.
Kudüs’ten geri çekiliş insan ve eşya anlamında en az zayiatla 26 Kasım’da Şam’da sona ermiştir.
  • Haritasız bir keşif zabitine yetecek bu malumatla yoluna devam eden Başakıncı su kaynakları olan geniş bir vadiye gelince sularını doldurup etrafı kol açan ederken, vadinin bir yamacındaki düşman süvarisi bölüğünün onun bulunduğu yere doğru geldiğini görmüştür.

Hiç kendini göstermeden, sessizce bir kuytuya çekilen Başakıncı ve askerleri onları gözetlemeye başlamıştır. O anları ve daha sonrasını Bedri Başakıncı şöyle anlatmıştır: “Süvari bölüğü benim evvelce bulunduğum mahalle gelince durdu. Aramızda altı yüz metre var. Arazi dağlık olduğu için düşman süvari bölüğünün benim varlığımdan hâlâ haberi yoktu. Düşman süvari bölüğü tekrar yürüyüşe geçinceye kadar karşı yamacı ve vadiyi en iyi neresi görür diye etrafı tetkik ettim.

Dört yüz metre sağ gerimde en yüksek bir tepe var. Oraya şimdiden gitmem herhâlde akilâne bir harekettir. Mesturen tepenin gerisine gittim. Keçilerin bile zor tırmanacağı bu tepelerin başına zahmetle çıktım. Yanımda da bir onbaşı…

Burası bizim Anadolumuzda geven dedikleri devedikenleriyle mesturdu. Başımı saklayarak dikenler arasından ileriye baktım. Tam benim aradığım yerdi. Şimdi benimle düşman süvarisi arasında bin küsur metre mesafe vardı. Karşı yamaçlar ve vadinin üçte birini görüyorum.

Süvari alayı da beri yamaca ulaştı. Süvari bölüğü tekrar yürüyüşe başladı. Tam bu esnada karşı yamaçtan da vadiye inmekte olan düşman piyade kıtası göründü.

Yerim pekiyi idi. Düşman kuvayı külliyesi de görünmüştü. Ne yerimi bırakmak işime geliyor ne de düşmana görünmek. Hele bakalım ne olacak? Buradan kovulursam vazife göremeyeceğimi biliyordum. Hiç olmazsa şu gelen bölükten hıncımı almalıyım. Bölük bana beş yüz metre yaklaşınca durdu ve yayılmaya başladı. Bu belki geceleme alâmetidir. Çünkü süvari alayı da bölüğün bıraktığı yere gelince o da gecelemek üzere yayılıyordu. Şu halde şu sulak vadide düşman kıtaatı külliyesi geceleyecekti. Esasen harekâtta bulunan kıtanın konak yeri tayininde aranılan en mühim husus, sudur. Şu halde mesele yoktur.

Mükemmel bir mesele görmek bahtiyarlığına kavuşacağım. İnsan yalnız kahve ve sigara tiryakisi olmaz. Her iş ve mesleğin de tiryakisi olur. Ben de harp, vazife, keşif tiryakisiysem ayıp mıydı?

Süvari bölüğü henüz beni rahatsız etmeden atım da dâhil, atlarımızla üç kilometre geriye gidip yol kenarında gecelemelerini ve gece yarısı geleceğimi tembihleyerek gönderdim. Yanımda yalnız onbaşıyı bıraktım.

Düşman süvari bölüğünün ileri karakolu bana iki yüz metre kadar sokuldu. Acaba merak eder de yanıma kadar gelir mi? Gelse gelse, şu bana en yakın olan iki kişi gelecektir. O, bir kıymet değil. Eceline susamış demektir. Fakat ne olsa felâkettir. Ben vazife göremem. İnşallah korktuğum başıma gelmez.

Vadinin karşı yamacında düşman kuvvetleri yavaş yavaş iniyordu. Dürbünüm elimde, rapor defterim önümde, canım Zenith saatim sol kolumda.

İkişer kolla yürüyen düşmanı müfreze kıtalarını gayet iyi ayırt ediyor, kol başlarını niğrengileyerek [hareket noktası kabul etmek], saatime baka baka hatasız raporumu yazıyorum.

Akşam karanlığından evvel düşman kıtasının ardı alındı. Şimdi miktarını hatırlayamıyorum. Ama piyade kıtasından maada ağır makineli tüfekleri, cebel [dağ] ve sahra bataryalarını, motorlu nakliye kollarını gayet sıhhatli tespit etmiştim. Düşman kuvvetlerinin üç buçuk saatte arkası alındığına göre, bu hatırı sayılır bir kuvvetti.

Umduğumdan fazla vazife görmüştüm. Karanlıktan üç dört saat sonra da atlılarıma kavuşmuştum.

Tarassut [gözetim] mevkisinde hazırlamış olduğum raporu vakit kaybetmeden Kudüs’e yolladım. Şimdi artık bu dağlık mıntıkada rahat rahat süvari bölüğünü ve hatta alayını muştalamak(- zarar vermek, öldürmek) mümkündü. Ve icabı hal de buydu.

Ertesi sabah erkenden yürüyüşe koyulan düşmanla maça başladım. Her çekilişimde onları pusuya düşürerek hayli hırpalıyor, topçu kuvvetlerini top indirip harbe karışmasına kadar telefat verdiriyor ve yürüyüşlerini, tabiri diğerle zaman kazanmalarını baltalıyordum.

Düşman o gün on beş kilometreden fazla yol alamadı. İkinci raporumu da yolladım. Üçüncü gün de aynı hal. Nihayet dördüncü günü benim düşmana yaptığım at sinekliği işinden mütevellit top ve tüfek sesleri, Kudüs’ten vuzuhla duyulmaya başlandı.

Öyle üstü Kudüs’e üç kilometreden düşmana yirminci kolorduya teslim ederek alayıma iltihak ettim.

Tekrar ricat. Kudüs'ü en son ben terk ediyorum

Osmanlı askerleri ve alay sancağı.
Osmanlı askerleri ve alay sancağı.

Yapılan müzakereler neticesi, cephenin geriye alınması ve Kudüs’ün muharebesiz boşaltılması kararlaştırılmıştı. Bu sebeple kıtaat akşam karanlığından sonra çekilmeye başlayacaktı.

Vazifem malûm. Karanlıktan sonra ileri mevzileri teslim aldım. Bu defa kuvvetim otuz atlıdır. Ben gece yarısından iki saat sonra çekilmeye mezunum. Düşmana karşı ellişer adım aralıkla bir kilometrelik bir mahalde cephe kurdum. Zaman zaman varlığımı bildirmek için ateş açıyordum. Düşman da selâmımı iadede kusur etmiyor. Tabii iki tarafta da ölen ve öldüren yok.

Saat tam iki buçuktu.

Son kızılca kıyameti koparmam lâzım. Süratlice bir ateşi müteakip efrat at başına gelecektir.

Emri avcılara bildirdim. Bu iş de oldu. Şimdi sessizce çekilmeye başladım. Yolum Kudüs’ün cenubundan şehre inmek ve şimali şarkisinden çıkıp Eriha yolunu tutmaktır. Çoktandır beşinci kol asker arasında faaliyetteydi. Acep semeri aldı mı? Ben de duymuştum. Gûya ‘İngilizler âlemi İslam hamisidirler. Bu itibarla düşmanlıkları Türk milletine değil memleketi parayla Almanlara satan ittihatçılaradır. Teslim olanlar iyi muamele görmektedir. Bol para, yiyecek, şehirlerde gezmek vs.’

Bana kalırsa yurduna ve evine sımsıkı bağlı Türk milletine bu gibi propagandalar asla silah değildir. Mehmetçik, kulübesini ve yakınlarını bir cihana değişmez. Bu itibarla bozgunculuk düşmandan değil, bizdendir.

Açlık, sefalet, ümitsizlik, insanı canından bezdirir. Bilhassa mütemadi ric’atların verdiği taap [sıkıntı], azap ve yeis, başlı başına âmillerdir. İşte çam yarması delikanlılarımızdan müteşekkil ordularımız şimalde ve cenupta kaygısızlık ve sahipsizlik ve açlıkla yok edilmektedir.

Çanakkale Harbi yüzde yetmiş bakım ve idare ile kazanıldı. İstiklâl Savaşı ise Mustafa Kemal ışığı ile milletin işi bizzat eline almasıyla…

Düşmana kalmak isteyen bu bedbahtlara nerede rastladımsa mızraklarımızın önüne katarak yürüttüm.

Saatin üç buçuğunda bir cemmi gafir [insan kalabalığı], bir mağazayı yağma ediyorlardı. Yanaştım. Yağmaya uğrayan mağazanın bizim menzil ambarı olduğu anlaşıldı.

Halka dağıttım ve mal sahibi sıfatıyla içeri girdim. İçerisi darmadağınıktı. Kimbilir neler yağma edilmişti. Bir köşede birbiri üstüne istif edilmiş gazete büyüklüğünde pestiller gözüme ilişti. Ben pekâlâ bunları alıp götürür ve alaya hediye edebilirdim.

Levhalar halinde olan bu pestillerden her süvarinin eğeri üstüne, yâni oturacağı mahalle deste deste yerleştirdim. En azından her süvaride on kilodan fazla pestil vardı. Aşağı yukarı hepsi 300 kilodan fazla.

Şimdi şehrin öbür başından çıkmak üzereyim.

Yüreğimde bir acı var. Ecdat yadigârı bu mukaddes belde, ışıksız bir karartı halindedir. Fakat yarın muzaffer düşman ordularına muazzam bir istikbâle şahit olacaktır.

Şenlik hayhuy gecesi de ayin-i nur.

Bu beldeden en son ben ayrılıyorum.

Fakat onu düşmana bırakan ben değilim. Gidişat bize daha çok beldeler bıraktıracaktır. Allah sonunu iyiye bağlaya.

Cebeli Tura çıktım. Orada İngiliz mektebi mi, yoksa kütüphanesi mi, güzel bir bina gözüme ilişti. Geçerken tetkik ediyordum. Kapısında duran yaşlıca biri, ‘Berbat, berbat!..’ dedi.

‘Nedir berbat olan?’

‘İçeri gir de gör!..’ Meraklandım. Atımdan atladım ve içeri girdim. Bir daha yüreğime sızı düştü. Kütüphane tam manasıyla mezbelehâne [çöplük] olmuş.

Binlerce kitap parçalanmış ve saçılmış.

Heykelcikler yerlere çarpılarak parçalanmış. Kanepelerin yüzleri aşırılarak pamukları etrafa atılmış. Elle tutulacak bir nesne bırakılmamış.

Düşündüm ve bu vahşetten utandım.

Bağdat Kütüphanesi ve Hülagü Han aklıma geldi.

Kapıda rastladığım adam yanıma yaklaştı:

‘Burasını bu hale getiren kimlerdir?’ diye sordum.

‘Almanlar!..’ demez mi?

‘Evet. İngiliz yumruğuna, ibtidai karşılık!..’

Oh Yarabbi. Bu vahşetin faili bizler değiliz. İçime ferahlık geldi. Bu adamlar mektep medrese görmüş, münevver bir insana benziyordu. Onunla görüşmek, çok faydalı olacak ama imkân yok.”

Bütün bunları gören, yaşayan, yüreği vatan aşkıyla dolu Bedri Başakıncı düşman güçlerinin muzaffer ordu olarak şehre girmelerini görmeyi yüreği kaldırmadığından son bir kez Kudüs’e bakmıştır. Bu hisle gözyaşları içinde atına binip çekilen ordumuzun izini tutmuştur.

*Bedri Başakıncı’nın aktarımındaki dil bilgisi tercihi korunmuştur.