Evrak-ı Perişan arasında V. Mihri'nin kaleminden bir Kudüs mektubu

Araplar, artık “ya talih başa, ya kuzgun leşe!” diye hareket etmek mevkiine gelmiş bulunuyorlar. Yahudilere gelince, onlar da tam mânasile şaşkın ve perişan bir haldedirler...
Araplar, artık “ya talih başa, ya kuzgun leşe!” diye hareket etmek mevkiine gelmiş bulunuyorlar. Yahudilere gelince, onlar da tam mânasile şaşkın ve perişan bir haldedirler...

10 Ağustos 1938’de V. Mihri tarafından yazılan “Kudüs Mektubu”, 15 Ağustos 1938’de Cumhuriyet gazetesinde neşredilmiştir. V. Mihri’nin “Kudüs Mektubu”, yaklaşık bir asır önce Filistin topraklarında yaşanan karmaşayı göstermesi bakımından önemli bir belgedir. Günümüzde yaşanan savaşı ve İsrail’in yaptığı soykırımı göz önünde bulundurarak bu mektubu dikkatle okuduğumuzda ise maalesef bir asırdır Filistin coğrafyasında değişen bir şeyin olmadığını görüyor; kan, acı ve gözyaşının asıl sebeplerini de yakinen idrak edebiliyoruz. Yaklaşık bir asır evvel mektubunda “Bugün Filistin’de can ve mal emniyeti diye hiçbir şey kalmamıştır,” diyen V. Mihri, Filistin’in, Kudüs’ün ve Gazze’nin bugünkü halini görseydi kim bilir ne yazardı?

Mektup, esas itibariyle birbirlerinden ayrı yerlerde bulunan insanlar ve kurumlar arasındaki iletişimi sağlayan bir vasıtadır ki mektubun tarihî gelişimini -yazılmış/çizilmiş her şeyin aslında bir mektup olduğundan hareketle- mağara resimlerine kadar götürmek mümkündür. Yazanın edebî kudretine bağlı olarak yazıldığı dönemin zihniyetini yansıtan mektuplar, tarih boyunca geniş ve zengin fonksiyonlar yüklenerek günümüze kadar gelmiştir. Mektuplar, bağrı yanık âşıkların hislerine tercüman olduğu gibi, bir devlet büyüğünün başka bir devlet büyüğüne nefretini, bir askerin memlekettekilere halini anlattığı, bir hocanın öğrencisine öğütler verdiği anlatım formu da olabilmiştir.

Yazının ortaya çıkışıyla tarihî gelişimi paralellik gösteren mektubun, Batı’da edebî bir türe dönüşmesi 16. yüzyıldan sonra gerçekleşir. Mektup, Batı edebiyatlarında zirve dönemini 18. ve 19. yüzyıllarda yaşar. Türk edebiyatında mektubun tarihî gelişimi de hayli eskidir. İslamiyet’ten önceki Türk edebiyatındaki “bitig”lerden başlamak üzere bilhassa münşeatlarda mektup türünden pek çok metne rastlarız. Modern edebiyatımızda mektubun bir edebî tür olarak gelişmesi ise Tanzimat’tan sonra gerçekleşir. Tanzimat döneminin ardından şair ve yazarlar birbirleri ile mektuplaşmışlar; roman, hikâye, şiir gibi türlerde mektup formundan bir anlatım tekniği olarak sık sık faydalanmışlardır.

Mektubun edebiyat tarihimizde, özellikle periyodiklerde başka bir fonksiyonla kullanıldığını belirtmemiz gerekir. Şairler veya yazarlar zaman zaman bulundukları yerin ahvalini dile getiren mektuplar kaleme almışlar ve bu metinleri “… Mektubu” başlığı altında gazetelerde neşretmişlerdir. Ahmet Rasim’in “Romanya Mektupları”, Nurettin Artam’ın “Ankara Mektupları”, Behçet Kemal Çağlar’ın “Londra Mektubu”, Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Paris Mektubu” bu neviden metinlerdir. Bu tarz metinlerde maksat, iki kişi yahut kurumun haberleşmesinden çok bir yer hakkındaki bilgileri daha geniş okur kesimine sunmaktadır. Bu tarz mektuplar, kimi zaman yazanın müşahedelerinden beslendiği için gezi yazısı ve hatıra kutbuna yaklaşır ve devrin panoramasını yansıttıkları için önemli tarihî belgelere dönüşür.

Bu minvalde kaleme alınan bir Kudüs mektubu, aşağıda dikkatlere sunulmaktadır. 10 Ağustos 1938’de V. Mihri tarafından yazılan “Kudüs Mektubu”, 15 Ağustos 1938’de Cumhuriyet gazetesinde neşredilmiştir. V. Mihri’nin “Kudüs Mektubu”, yaklaşık bir asır önce Filistin topraklarında yaşanan karmaşayı göstermesi bakımından önemli bir belgedir. Günümüzde yaşanan savaşı ve İsrail’in yaptığı soykırımı göz önünde bulundurarak bu mektubu dikkatle okuduğumuzda ise maalesef bir asırdır Filistin coğrafyasında değişen bir şeyin olmadığını görüyor; kan, acı ve gözyaşının asıl sebeplerini de yakinen idrak edebiliyoruz. Yaklaşık bir asır evvel mektubunda “Bugün Filistin’de can ve mal emniyeti diye hiçbir şey kalmamıştır.” diyen V. Mihri, Filistin’in, Kudüs’ün ve Gazze’nin bugünkü halini görseydi kim bilir ne yazardı?

Her nerede bir hâdise olsa İngilizler orada beş on evi birden yıkıp ortadan kaldırıyorlar ve köy halkına müşterek cezalar tarhediyorlar.
Her nerede bir hâdise olsa İngilizler orada beş on evi birden yıkıp ortadan kaldırıyorlar ve köy halkına müşterek cezalar tarhediyorlar.

Bir Kudüs mektubu

Bir Kudüs mektubu.
Bir Kudüs mektubu.

Filistin’de artık can ve mal emniyeti kalmadı Herkes üç ateş arasında kalmış bulunuyor:

1. Arap mücahitleri, 2. İngilizler, 3. Yahudiler Kudüs, 10 Ağustos Son mektubumdan beri Filistin ahvali, karışma ve fenalaşma istikametinde, bir adım değil, birkaç adım birden attı. Bu vaziyeti şu suretle tasvir edebilirim:

Bugün Filistin’de can ve mal emniyeti diye hiçbir şey kalmamıştır. Bunu mecazî manada ve mübalâğa ile söylemiyorum. Hakikat bütün çıplaklığı ve bütün mahiyetiyle bundan ibarettir.

Hayfa, Yafa ve Kudüs muhitinde Yahudiler tarafından Araplara karşı vâki olan taarruzlar üzerine Filistin tedhişçileri -yani bura tabirince mücahidler- faaliyetlerine büsbütün bir genişlik ve sürat verdiler. Genişlik şudur: Yakın zamanlara kadar tedhişi idare edenlerin faaliyet sahaları bilhassa şimalî Filistin’di. İngilizler tarafından idare edilen müdafaa ve tedib tedbirleri de hep bu sahada toplanmıştı. Yahudi belâsını Arabların başlarına musallat edenlerin bizzat İngilizler olduklarına dair kat’î bir kanaat elde eden tedhiş teşkilâtı, bu hâdiselere bir mukabele olmak üzere teşkilâtı Filistin’in her tarafına yaymış ve bu suretle bütün Filistin Suriye ve Lübnan hududlarından Gazze’ye kadar bir muharebe meydanı hâline gelmiştir. Bu geniş saha içinde her gün yeni yeni hâdiseler kaydediliyor. Bugün Filistin’de telefon muhaberesi kalmamış gibidir. Esasen sıkı bir kontrol altında bulunan muhabereler şu dakikada filen de imkânsızdır. Her gün bütün telefon hatları yer yer tahrib ediliyor. Kilometrelerce bozulan hatları tamir için, askerî himaye altında gönderilen tamir ekipleri çetelerin kurdukları pusulara düşüyorlar ve ekseriya ellerindeki malzemeyi de bırakıp canlarını kurtarmaya mecbur oluyorlar.

Bunun gibi, Filistin içinde, askerî bir muhafaza altında olmadıkça, emniyetle bir yerden kımıldamak imkânsız olmuştur. Trenler her gün muhtelif tarzda bir taarruza uğruyorlar. Otobüsler ve otomobillerle seyahate çıkmaya da artık kimsenin cesareti kalmadı.

Mahsul namına memlekette bir şey yoktur. Ekinler kâh tarlada, kâh harmanda, kâh da şimdi ambarlarda yakılıyor. Bunun memleketteki iktisadî hareketi ne dereceye kadar sekteye uğratacağını tasavvur etmek güçtür. Filistin fakrın ve sefaletin çalkandığı bir memleket oldu.

Halk üç ateş arasında kalmış bulunuyor. Birinci ateş Arab mücahidlerinin ikinci ateş İngilizlerin, üçüncüsü de Yahudilerin elinden çıkıyor. Tedhişçiler Yahudilere ve İngilizlere hücum ediyorlar. İngilizler de onları tenkil için mukabelede bulunuyorlar. Bu mukabele evvelâ askerî tenkil kuvvetile oluyor; saniyen siyasî tevkifler birbirini takib ediyor; günde yüzlerce insan yakalanıyor; bundan başka her nerede bir hâdise olsa İngilizler orada beş on evi birden yıkıp ortadan kaldırıyorlar ve köy halkına müşterek cezalar tarhediyorlar.

Bu suretle evinize sahib değilsiniz, bir hâdise ile gözünüzün önünde yıkılır; malınıza sahib değilsiniz, çünkü kurşun veya bombanın nereden geleceğini tayin etmek kabil olmadığı gibi hiçbir suçunuz olmadığı halde herhangi idam kararına uğramanız her dakika mümkündür. Birkaç gün evvel Cenîn taraflarında bir köy, tedhişçileri barındırmak cürmile itham edilmiş, köyün 39 evi birden yıkılmıştır. Caba olarak 250 İngiliz lirası da ceza tarhedildi!

İdam kararlarına gelince, bunu İngilizler de veriyorlar, mücahidlerin teşkilâtı da zaten bütün Filistin’de insanlar, iki tarafın ayrı ayrı görüşile ikiye ayrılmıştır: Tedhişçi veya İngiliz casusu. Herkes bu iki zümreden birine mensubdur; eğer tedhişçi olmayarak İngilizlerin sillesine uğramaktan kurtuldunuzsa öbür taraf mutlaka size casus gözile bakar; onun elinden kurtulduğunuz zaman da İngilizlerin gözünde tedhişçi olursunuz ve er veya geç, mutlaka bir silleye uğrarsınız: Ya eviniz ya paranız ya hürriyetiniz veya canınız elden gider!

Bu hususta en ileri gidenler tedhişçilerdir. Her tarafta casuslar kullanıyorlar ve halk bunlara yardım ediyor. Kazara birinden şüphelendiler mi, bir veya iki demeğe lüzum kalmaksızın, onun hakkından geliverirler. Bu artık adî bir iş olmuştur.

Halk üç ateş arasında kalmış bulunuyor...
Halk üç ateş arasında kalmış bulunuyor...

İngiltere askerî kuvvetini artırdıkça, polis tedbirlerini kuvvetlendirdikçe tedhişçiler de kendi teşkilâtını artırıyorlar. Gizli bir umumî karargâhları olduğu söyleniyor. Bu karargâh insan ayağı girmemiş vahşî dağların birinden göçüp ötekinde kuruluyor. Gayet sıkı casus teşkilâtlarile her taraftan haber alıyorlar. Bomba yapan atölyeler kurdukları söylendiği gibi etraftan iane suretile aldıkları paralardan ceza şeklinde vergi tarhederek yaptıkları

tahsilâttan veyahut İngiliz taraftarlığile maruf olanların evleri basılarak elde edilen varidattan toplanan paraları var. Hatta, poligrafla basılmış bir de gazeteleri var. Bütün bu teşkilat şimdi Filistin’in her tarafında çalışıyor ve günden güne yayılıyor. Her tarafta silâh var, mühimmat var, para var. Son günlerde Lübnan hududundan Filistin hududuna silâh ve bomba kaçıran bir kamyon yakalandı. Yalnız bu kamyonda 500 tüfek bulunduğu hayretle görüldü. Halbuki bu tarzda bir kaçakçılığın yakalanmış olması ender görülen hâdiselerdendir. Yakalanmıyanlara bakılınca, bu memlekete ne kadar silâh ve mühimmat girmekte olduğunu tasavvur etmek kabildir.

***

  • Filistin bu vaziyettedir. Burada artık hayat, imkânsız denecek hale gelmiştir. Mücadele devam ettikçe iktisadî hayat düşüyor. O düştükçe de tedhişçilere taraftar olanların miktarı kendiliğinden çoğalıyor. Tedhişçi olmak demek, hiç olmazsa, şu veya bu tarzda geçinmek demek olmuştur. Hatta, tasavvur edilebileceği gibi, bu yoldan zenginlik yolunu tutmuş olanlar bile vardır. Bundan dolayı, tedhişçiliğin önüne geçmek için yapılan mücadele, gün geçtikçe daha müşkül oluyor.

Araplar, artık “ya talih başa, ya kuzgun leşe!” diye hareket etmek mevkiine gelmiş bulunuyorlar. Yahudilere gelince, onlar da tam mânasile şaşkın ve perişan bir haldedirler. Canlarının uğradığı mütemadi taarruzlardan sarfınazar, canlarından da aziz olan mal ve mülklerinin para ve işlerinin uğradığı harabî ile çenelerini bıçak açtığı yoktur. Ticaret durdu, fabrikalar çalışamıyorlar, politika ile çetecilikten başka memlekette iş kalmadı. Bir Yahudi için böyle bir vaziyet ölümden de beterdir. Şimdiki halde dayanıyorlar, mücadele etmeğe çalışıyorlar. Fakat, bu hal devam ederse Yahudilerin bir kısmı çözülmeğe başlıyacak ve kendilerine daha rahat başka bir yer aramak üzere tekrar yola çıkacaklar ve böylece ebedî seyahatlerine, belki bir müddet daha devam edeceklerdir.

V. Mihri [Cumhuriyet, 15 Ağustos 1938, s. 1, 7.] *Aktarılan yazıdaki dil bilgisi tercihi korunmuştur.