Elif Eda: "Hiçbir rol mutlak değil"

Son kısa filmi Boşluk (2018), uzun festival yolculuğunun ardından geçtiğimiz günlerde BluTV’de yayınlandı.
Son kısa filmi Boşluk (2018), uzun festival yolculuğunun ardından geçtiğimiz günlerde BluTV’de yayınlandı.

13 yaşında radyo kanallarında program yapmaya, radyo tiyatroları yazıp yönetip seslendirmeye başlayan Elif Eda, psikoloji ve sosyoloji eğitimi aldı. Bilişsel psikoloji yüksek lisansının ardından sinema eğitimi almak için New York’a gitti. Çok sayıda kısa film çektiği beş yılın ardından Türkiye’ye dönen ve kariyerine burada devam eden yönetmen, web dizisi Öcüler (2016-17) ile kendine has bir izleyici kitlesi edindi.

Son kısa filmi Boşluk (2018), uzun festival yolculuğunun ardından geçtiğimiz günlerde BluTV’de yayınlandı. Elif Eda ile iki yabancının karşılaşmasındaki müşterek duyguya odaklanan Boşluk’u, sinemayla ilişkisini ve yeni projelerini konuştuk.

Klasik soruyla başlayabiliriz. Boşluk’un fikri nasıl ortaya çıktı ve bu fikir nasıl hayata geçti?

Senaryo yazmak, film çekmek benim için düşünme biçimleri. Zihnimde istemsizce dolaşan sorular var. Bazen o sorular yoğunlaşıp film oluyor. Boşluk’un eskizi New York’tayken ortaya çıkmıştı. O zaman Halil kargocu değil pizzacı çocuktu. Kızım Zeynep’in doğumunu beklerken hayattaki rollerimiz üzerine kafa yorduğum günlerden birinde bu filmin tohumu atıldı. Toplumsal olarak içi çok yüklü yeni rolüm anneliği hayata geçirecektim. E biraz gözüm korktu, nefesim daraldı tabii.

O sıkıntılı halime üst üste sigara yakıp söndüren bir kadın eşlik etmeye başladı. Bu kadıncağız -sonradan Simge olacak kendisi- bir yerden, bir rolden, sıkıştığı bir şeyin içinden çıkmak istiyor. Fakat hareket etmiyor, oturmuş bir koltukta sigara içiyor. Sonra kapısı çalıyor. Kim o gelen? Ne getirecek onun sıkışmış hayatına? Bu soruları bir örgüyü söker gibi sökerken ipin ucu, çocuklar gibi oyun oynayarak sorunlarını çözmeye çalışan Simge ile bir eşikten geçerek onun hayatına giriveren Halim’in karşılaşmasına vardı.

Yıllar sonra İstanbul’da bir türlü Öcüler’in yeni bölümünü çekemezken, setleri çok özlemişken, boşanma gibi sarsıcı bir sürecin içine girmişken Simge ile Halil geldi aklıma. Harekete geçmenin yenileyici gücüne hep inanmışımdır. Düşük bir bütçeyle, kendi imkânlarımla çekerim diye düşünüyordum. Hasbelkader senaryoyu okuyan Enes (Erbay), filmin yapımcısı olmak istedi. Böylelikle yapım öncesi süreci başlamış oldu.

Film günlük hayattaki roller, iki insanın birbirini anlama ihtimali üzerine düşündürüyor. Bu temaları sizin açınızdan ilgi çekici kılan neydi?

İki insanın birbirini anlama ihtimali içe epey dokunuyor. Çünkü ihtimali var kendi yok, en azından yetişkinler dünyasında. Olsun istediğim için de galiba Boşluk var. Bizi sıkıştıran, hapseden, varlığımızı tek bir şeye indirgeyen rollerden soyunup herkesin ve her şeyin ve her anın birbiriyle bağlantılığı olduğu yekparelikte yok olup sahici varlığını hissetmek…

  • Çocuklar oyun oynarken bu hale yaklaşıyor gibi geliyor bana. Kolaylıkla bir rolden diğerine geçiyorlar. Bu oyun oynama hali hiçbir rolün mutlak olmadığını, tüm bu giyindiklerimizin altında varlığımıza dair başkaca bir şey olduğunu ve onla irtibatta kaldığımızda hayattan sahici bir lezzet alabileceğimizi hissettiriyor.

Çünkü başka bir gerçeklik mümkün oluyor, başka bir dünya kuruluveriyor. Biliyorum maskelerin, rollerin gerekliliği üzerine psikolojide devasa bir literatür var ve haklılar da. Ama gene de rollerin varlığımı katılaştırıp kırılganlaştırdığını düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu katılık ve kırılganlık birbirimizi anlama ihtimalimizi çöpe atıyor. “İnsan hiç sevgilisine öyle yapar mı? İnsan hiç annesine öyle der mi? İnsan hiç kocasına böyle davranır mı?” Bunlar biriktikçe iki insan arasındaki mesafe artıyor. Fakat bir gün bıraksak rollerimizi ve kendimizi bir oyuna kaptırsak…

Tek mekânda geçen ve duyguyu merkeze alan bir hikâye anlatıyorsunuz. Diyalog yazımı ve oyuncu yönetimi önem kazanıyor. Bu süreçlerde öncelikleriniz nelerdi?

Senaryodan mümkün olduğunca emin olmaya çalıştım. On üç kez yeniden yazdım. Diyaloglar evet çok önemliydi. Daha da önemlisi iki kişi arasındaki güç dengelerinin doğru anlarda ve hissedilir biçimde değiştiğinden emin olmaktı. Sonra tabii oyuncu seçimi. Bu hususta çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Konuşabildiğim, tematik tartışmalar yapabildiğim oyuncularım oldu.

Okuma provalarından yılmayan, her okumada diyaloglara katkıda bulunan... Sette gerginliğe sebebiyet vermeyecek bir ekiple çalışmak önemliydi benim için. Film çekerken spontan olabilmek isterim. Düşünmek için ara verebilmek, anın getirdiğiyle hemhal olabilmek, ağaçtan erik toplayabilmek de isterim mesela. Bunu garipsemeyecek bir ekip istiyorum hep.

Trier’in Melankoli’sine atıfta bulunuyorsunuz. Bu referans sizin için ne ifade ediyor?

Dünyanın sonu beni hep çok yakından ilgilendiren bir mesele oldu. Dünyanın sonunun gelmesi için illa tüm dünya başımıza mı yıkılmalı? İnsanın kendi dünyasının sonunun geldiğini hissettiği o an, dünyanın sonu değil mi? Bu sorular etrafında düşününce Boşluk ile bir bağının olduğunu düşündüm Melankoli’nin.

Şahsi bir tecrübenin de etkisiyle Melankoli, Simge’nin duvarında asılı duruyor. Evime internet bağlamaya gelen teknisyen “bu ne ki?” diye sormuştu kapının yanında asılı film posterini gösterip. Sanki dünyanın en garip şeyiyle karşılaşmış gibi. “Bir film” diye yanıtlamıştım. O an, öylece takılı kaldı zihnimde. Kargocunun Simge onunla fiziksel olarak temasa geçince içine düştüğü gergin andan onu kurtaracak bir imdat koluna ihtiyaç duyduğu ânı yazarken evime internet bağlamaya gelen teknisyen belirdi gözümün önünde. Ve Melankoli’nin posteri yerini bulmuş oldu.

Kısa film Türkiye’de hâlen bir amatör kategori olarak görülüyor. Kendi tecrübenizde bu sorunla nasıl yüzleşiyorsunuz?

Samimi bir cevap vermek gerekirse yüzleşmelerim biraz acıklı geçiyor. Bazen kendimi hiç istemediğim bir yarışın içinde hissediyorum ve bu beni kendimden uzaklaştırıyor. Kısa film çekmeyi çok seviyorum. Bazı şeyler kısayken etkili. Kısa filmin amatör kategoride algılanması ise bana komik, derinliksiz geliyor. Kısa olsa tadından yenmeyecek içerikler, sırf bu algı sebebiyle, sakız gibi iki ucundan çekilip uzatılınca çok mu profesyonelce oluyor?

YouTube diziniz Öcüler’in üzerinden 3 yıldan fazla zaman geçse de hâlâ yeni bölüm bekleyenler var. Devam etmeyi düşünüyor musunuz?

Öcüler’le ilgili her hafta mutlaka bir soru alıyorum. Devam etmeyi çok istiyorum çünkü en keyif alarak yaptığım işti. Geri dönmenin yollarını da arıyorum.

Hayat gailesi, uzun metraj projesi biraz Öcüler’den çalıyor. Geçen hafta Öcüler ve Boşluk’un görüntü yönetmeni Ayşe Nur (Gençalp) ile ağustos sonu iki bölüm çekelim diye konuştuk. Bakalım, belki bu sefer olur.

Sanıyorum planlanandan önce bitti ama Böyle Daha Güzelsin sergisinde “Aramızdaki Şey” işinizle yer aldınız. Bu tecrübeden bahseder misiniz?

Salgın sebebiyle sergi epeyce erken bitti. Ara verildi demek belki daha doğru olur. Bildiğim kadarıyla şartlar düzeldiğinde yeniden kapılarını açacak. “Aramızdaki Şey” benim ilk video art, ilk VR denememdi. Ayrıca ilk kez bir “performans” sergiledim. Bu ilkler sebebiyle projenin akıbeti için tedirginlik duyuyordum. Ancak izleyiciyle bulaşabildiği bir-bir buçuk hafta boyunca beni duygulandıran geri bildirimler aldım. Aynı deneyimi yaşamadığımız farklı kimliklerden insanlarla ortaklaşabildiğimizi gördüm. Anlamlı bir sohbet başlatmış gibi hissettim.

İsrailli bir çift ile yaşadığım an mesela unutabileceğim gibi değil. Orta yaş üstü bir adam, karısı ve arkadaşlarıyla sergiyi geziyordu. “Aramızdaki Şey”in gösterildiği odaya girdi. Performans bittikten sonra VR gözlüklerini çıkardı ama bir müddet sandalyesinden kalkamadı. Arkadaşı istihza edercesine “N’oldu yoksa sen artık Müslüman bir kadın mı oldun?” diye sordu. Ben bu istihzaya cevap vermeye hazırlanırken adam, arkadaşına dönüp “Meğer ben hep Müslüman bir kadınmışım, bunu fark ettim” dedi.

Video art üretmeyi, VR ile uğraşmayı sevdim. Denemeye devam etmek istiyorum doğrusu. Bu noktada beni bu proje için yüreklendirip destekleyen küratörümüz Yasemin’e (Darbaz) bir selam göndermek isterim.

Biraz yeni projelerden konuşalım istiyorum. Bugünlerde neler üzerine çalışıyorsunuz?

Bir Kadının Dışarıdan Görünümü üzerine çalışıyordum, eşi tarafından kürtaj olmaya ikna edilen bir kadının bir gecede yaşadığı karşılaşmalar üzerinden, “benim tanrım kim?” sorusunu evirip çevirdiği bir film. Ama biraz durdum. Bu içerikte bir filme bütçe bulmakta güçlük çekiyorum. Gerilla usulü çekebileceğim kıvama gelince hayata geçirebileceğim sanırım.

  • Kültür Bakanlığı’ndan senaryo yazım desteği alan Süt Çiftliği projem üzerine çalışıyorum. Anne ve babasını yeni kaybetmiş bir kız çocuğunun babaannesinin işlettiği süt çiftliğindeki hamile inekleri çiftlikten kaçırmak üzere atıldığı macerayı konu alıyor.

Bir yandan yeni bir kısa çekmeye hazırlanıyorum. Bir de tiyatro oyunu yazıyorum. Aynı anda birkaç proje üzerine çalışıyor zihnim hep. Yorucu, belki doğru yöntem bu değil ama maalesef başka türlüsünü beceremiyorum.

Bir yönetmen ve senarist olarak, pandemi planlarınızı ne ölçüde etkiledi? Sektörde köklü bir dönüşüm bekliyor musunuz?

Pandemi planlarımı tepetaklak etti. Her şeyden önce “Aramızdaki Şey” ile video art alanına giriş yapmıştım; orada neler oluyor, keşfederek daha neler var görmek istiyordum. Ayrıca Süt Çiftliği’ni yazmaya oturmam gerekiyordu. Derken pandemi başladı ve hayattaki en çetrefilli rolüm olan annelik her şeyin önüne geçti. Son üç aydır kızımla evdeyiz. 7/24 beraberiz.

Bir de yazıyla belirteyim: yedi gün yirmi dört saat. Bunu ebeveynler anlayacaktır eminim. Şikayet ediyorum diyemem ama tüm planlarımın ve stratejilerimin boşa düştüğü noktadayım. Devam edebilen tek şey senaryo derslerim oldu. Online olarak tabii. Çok direndim bu online ders formatına, zira mekânı paylaşmak benim için önemli. Ama şöyle bir artısı oldu, Türkiye’nin farklı şehirlerinden öğrencilerle ders yapabilmeye başladım. Epeyce hevesliler. İlk defa bir senaryo sınıfında on yedi öğrencinin on yedisi de kısa film senaryosu ödevini teslim etti. Bu bir devrimdir.

Sektörün değişebilmesi için insanların köklü değişim geçirmeye meyilli olması lazım. Bence değiliz. Sadece günü kurtarıyoruz. Hem zaten çok sektörün içinde değilim.

TRT 2 için kitap alıntıları videoları çekiyordum, onlar durdu pandemiyle. Sektörün dışından görebildiğim eğer bu salgın uzarsa yeni biçimsel yöntemler geliştirilebileceği. Evde kısa film festivalleri bunun öncülü zaten. Bir de bütçelere, seti pandemi koşullarına uygun yönetebilmek için yeni bir kalem eklenecek o kesin. Ayrıca içerik üreticileri pandemi üzerinden birçok dizi, kısa film, film yazacaklar ama sağlam temalı senaryo yapıları kurulabilecek mi göreceğiz.