Anne hasreti

Annemle ilgili ilk özlemlerim bu zaman ve mekânla ilgilidir.
Annemle ilgili ilk özlemlerim bu zaman ve mekânla ilgilidir.

Yaşımız yirmiye yaklaştığında, gurbete kısmen alışmış idik. Fakat her Eylül ayında yaşanan iftirak, hüznümü depreştiriyordu. Rize’den İstanbul’a giden otobüsümüzün Ordu-Samsun’a yaklaştığı akşam saatlerinde yaşadığım garipliği unutamam. Radyodan duyulan şarkı ve türküler de tuzu biberi oluyordu.

Eski adıyla Varda, sonraki adıyla Hacı Şeyh köyü, şimdiki adıyla Güneyce; Rize-Erzurum kara yolu üzerinde, sahilden 30 km kadar içerde bulunan bir yerleşim yeridir. 1946-1952 tarihleri arasında ilçe olmuş, daha sonra sırasıyla nahiye, belde olmuş, 30 Mart 2014 mahalli seçimleriyle birlikte aslına dönerek köy olmuştur.

Hayat, tarım ve hayvancılığa bağlı olduğu için kış ayları köyde, bahar ve yaz ayları da mezre ve yaylada geçirilirdi.
Hayat, tarım ve hayvancılığa bağlı olduğu için kış ayları köyde, bahar ve yaz ayları da mezre ve yaylada geçirilirdi.

Resmî kayıtlara göre 13 Mayıs 1925’te Kızıltepe mahallesinde doğan annem, 21 Haziran 1946 tarihinde Yeşiltepe mahallesinde oturan babam ile evlenmiştir.

Hayat, tarım ve hayvancılığa bağlı olduğu için kış ayları köyde, bahar ve yaz ayları da mezre ve yaylada geçirilirdi. Bizim mezremiz Anbet (mahalli tabirle Korop) adıyla bilinen, köye inişli-yokuşlu yaklaşık iki saatlik mesafede bulunan bir yerde idi.

Dedem Molla Hüseyin, bu mekânı ihya etmiş, tarlalar açmış insan ve hayvanların geçimine müsait hale getirmişti. Hayvanlar için otlaklar, otlaklar için su arkları açmış, bazı yerleri mısır, fasulye, patates, kabak vs. ekimine müsait hale getirmişti. Diktiği meyveleri de unutmamak lazım: Armut, elma, erik, ceviz, fındık, kara üzüm… Bir de karakovan arıcılık...

  • İşte ben bir yaz günü babaannemin ebeliği ile bu ıssız dağ başında doğmuşum. 1951’de dedem burada çalışırken vefat edinceye kadar köy-mezre-yayla üçlüsü devam etti. Dedemden sonra yayla devreden çıktı. Zamanı gelince babamın rehberliğinde ineklerle beraber Anbet’e çıkardık, babam aynı gün imamlık görevine dönerdi. Biz çocuklar babaanne ile orada kalır, annem ise köye gider gelirdi. Onun gidiş gelişi hem babamın hizmetini görmek hem de mezreden eve taşınması gereken otlar için zaruri idi.

Annemle ilgili ilk özlemlerim bu zaman ve mekânla ilgilidir. Annem köye gideceği gün ikindiyi kıldıktan sonra genellikle kuru otlardan meydana gelen yükünü hazırlar ve yola düşerdi. Akşamın hüznüyle beraber içimize de ayrılık ateşi düşerdi… Ertesi gün gelinceye kadar kulağımız seste, gözümüz yolda… Annem sabah ezanıyla kalkar, namazını kıldıktan sonra sefere çıkardı. Bazen mezreye yaklaştığında bize seslenmesiyle bayram başlardı. Ona sarılmanın, terli yüzünü öpmenin, kendine has kokusunu almanın zevkini size nasıl nakledeyim! Men lem yezuk lem ya’rif… Bu bayram bitmeden ikincisi başlardı. Kucağında, kuşağında veya palanında bize getirdiği bir şeyler muhakkak vardı. Nûrun alâ nûr… İsmail için üçüncü bir bayram daha vardı: Memesinden süt emmek… Babaannemin 1958’de âlem-i cemale intikal etmesiyle birlikte Anbet faslının Eylülleri de değişmeye başladı…

Annem sabah ezanıyla kalkar, namazını kıldıktan sonra sefere çıkardı. Bazen mezreye yaklaştığında bize seslenmesiyle bayram başlardı.
Annem sabah ezanıyla kalkar, namazını kıldıktan sonra sefere çıkardı. Bazen mezreye yaklaştığında bize seslenmesiyle bayram başlardı.

Eylül 1963’te hayatımın farklı bir safhası başladı. İlk gurbet ilk ayrılış... Ankara İmam Hatip Okulu’nun birinci sınıf öğrencisiyim. Anne hasretini hafifleten bir sebep var: Yenimahalle Narin sokakta Halam Hediye’nin evinde kalıyor, oğlu Muzaffer ile Cebeci’de bulunan okula gidip geliyoruz. Zaman zaman hüzünlendiğimi hatırlıyorum, gizli köşelerde ağladığımı hatırlamıyorum. Daha sonra öğreneceğim ki bu aylar annemin özellikle Anbet’te sesli olarak beni ağladığı aylar olmuş… Onu bana değil bizzat müşahede edenlere soracaksınız: Züleyha, Hüseyin, İsmail.

Bir sene sonra mekân İstanbul oldu ve pansiyon… Tam gurbet… Hafta sonlarını zor bekliyorum. Cumartesi öğleden sonra Fatih’ten Kadıköy’e geçiyor, teyzem Hamdiye’nin yüzüne bakarak, bazen de Feriköy’de oturan amcalarımı ziyaret ederek derdime deva arıyorum…

Yaşımız yirmiye yaklaştığında, gurbete kısmen alışmış idik. Fakat her Eylül ayında yaşanan iftirak, hüznümü depreştiriyordu. Rize’den İstanbul’a giden otobüsümüzün Ordu-Samsun’a yaklaştığı akşam saatlerinde yaşadığım garipliği unutamam. Radyodan duyulan şarkı ve türküler de tuzu biberi oluyordu:

  • “Akşamın olduğu yerde bekle diyorsun gelmiyorsun”, “Gurub etti güneş dünyam karardı”, “Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına”, “İşte gidiyorum çeşm-i siyahım”, “Gün batar kuşlar döner dönmez bu yoldan beklenen”…

İstanbul yolculukları için annem akşamdan bavulumu/torbamı hazırlardı. Yolculuk günü sabah ezanıyla kalkar, namazı camide kılar, İmam Hacı Şaban Efendi’nin sesli sefer duasıyla Bismillah derdik… Annem yükümü sırtlar, yol üzerinde olan babama uğrar, onunla görüştükten ve harçlık aldıktan sonra erken saatlerde Rize’ye hareket edecek olan Şoför Hızır’ın minibüsüne binmek üzere Dere’ye inerdik. Arabamız hareket ederken annemin peştamalının içinden el sallamasını ve ağlamasını nasıl unutabilirim. Onun ifadesiyle ‘parmaklarım bağlanıncaya kadar’ unutamam.

Hatırladığım en hüzünlü Eylüllerden biri de 80’li yıllarda Anbet’te vuku buldu. Bursa’ya dönecektim. Her yıl beni uğurlayan annemin o gün orada kalması gerekti. Dolayısıyla onu ilk defa Korop’ta bırakarak gurbete çıkmak durumuyla karşı karşıya kaldım. Ayrıldıktan sonra o ağladı mı bilmiyorum ama ben ağladım.

Babamın 1978’de emekli olmasıyla birlikte yeni bir dönem başladı. Artık kış aylarını bizim yanımızda geçiriyor, Nisanla birlikte köy faslı başlıyordu. Bir inek satın alıyorlar, yazın çocukları ve torunlarıyla birlikte keyif çatıyorlardı. Bu fasıl da 1995’te son buldu. Artık annem o çok sevdiği, türkü okuyarak okşadığı ve sağdığı ineğinin hizmetlerini göremiyordu. Bursa’ya ilk geldiği yıllarda ‘o sütü kim sağdı, nasıl yoğurt yaptı görmedim’ gerekçesiyle yoğurt ve tereyağı yemeyen annem, artık bakkaldan aldığımız kendi ifadesiyle ‘sığır kısmı’nı yiyordu.

Yıllar yılları kovaladı. Artık köye tek başına gidemez oldular. İhtiyarlık emareleri iyice su yüzüne çıktı. Bir iki aylık köy faslında en büyük destekleri kız kardeşim Züleyha idi. Babamın unutkanlığına, annemin uçarak Anbet’e giden ayaklarının hareketsizliği ilave olunca farklı tecelliler zuhur etti.

Gelelim 2003 yılına. Eski evi yıkıp yerine şimdiki bina yapılınca, fakülte tatil olur olmaz köye gittim, biraz da yardımcı olmak için. Annem henüz gelememişti. Bir hüzün de o zaman yaşadım. Bu bir ilkti. Ben köydeyim, annem yok. Ev güzel, hava güzel… Her şey güzel… Fakat bir şey eksik... Annesiz köy adeta başıma yıkılmıştı. Kimseye de derdimi anlatamadım.

Annem birkaç gün sonra geldi. Bayram geldi… Çocukluğumda Anbet’te ona duyduğum hasreti elli yıl sonra tekrar yaşadım. Kokladım... Kokladım…

Yıllar yılları kovaladı. Artık köye tek başına gidemez oldular. İhtiyarlık emareleri iyice su yüzüne çıktı.
Yıllar yılları kovaladı. Artık köye tek başına gidemez oldular. İhtiyarlık emareleri iyice su yüzüne çıktı.

Altmışlı yıllarda annemden ayrılış yeri Dere adıyla meşhur, Belediye’nin, bakkalların kahvelerin bulunduğu yer idi. idi. Sonra yol Merkez İlkokulu’nun olduğu yere ulaştı, oradan arabaya biner olduk. Yol köyün başına çıkınca evimize 200 metre mesafede olan Soğuksu’dan minibüse binmeye başladık. Nihayet araba yolu evimize ulaşınca kapının önünde onun elini öperek yola girdik.

Bu kapının önünde onun elini son defa öpüşüm 2012 Eylül’ünde oldu. Kendileri de bu seneden sonra baba memleketini dünya gözüyle bir daha göremedi. 2015’in 15 Mayıs’ında bir Mi’rac kandilinde ise tabutu bu kapının önünde ve Kutuz Hoca’nın mezarlığına on beş metre mesafede idi. Bendeniz bu sefer anneme değil de, kadın arkadaşlarına Kutuz Hoca’nın üslubuyla şöyle hitap ediyordum: Ey komşular! Burada bulunan Kutuz Hoca’nın hanımı Hala Fadime’yi nasıl bilirsiniz… Râzısınız ondan inşallah... Allah sizden de râzı olsun! Merhumenin ruhu içun el-Fatiha…

……

Meğer önceki ayrılıklar ne kadar ‘küçük’ ayrılık imiş…

Bu satırları nerede yazdığımı merak ediyorsanız söyleyeyim: Onların odasında... Mezarlarını gören odalarında. Evimize on beş metre uzaklıkta... Bazen kâğıda bazen cennet bahçesi olan kabirlerine bakarak…

Aaaah hasreta..

Vaaah hasreta….