‘Tarihî değişimin şâhit’ nesli

‘Tarihî değişimin şâhit’ nesli.
‘Tarihî değişimin şâhit’ nesli.

Yakın çevresinin, onu tanıyanların, dostlarının hatta düşmanlarının anlatımına göre Erdoğan’da ‘tabiî lider’ vasfı vardı ve selefi ya da çağdaşı büyük liderler gibi bu ruhu doğuştan getiriyordu. Aradan geçen 20 yılda Erdoğan, selefi ya da çağdaşı pek çok tarihî kişiliğe benzetildi. Ama liderlik etme şekli onun şahsına münhasır olduğunu gösterdi. Erdoğan bu süreçte sadece kendisi bir tarihî kişiliğe dönüşmedi. Aynı zamanda tarihi yaptı. Geriye sadece, onun yaptığı bu tarihi kimin yazacağı ve bu sürecin gelecek nesillere nasıl aktarılacağı meselesi kaldı.

İstanbul eski Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan 24 Temmuz 1999'da cezaevinden tahliye olduğunda artık bir siyasi partisi yoktu. Fazilet Partisi belki fiziken orada duruyordu ama dönemin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş 7 Mayıs 1999'da Fazilet Partisi'nin kapatılması yönünde dava açmıştı ve bu gelişme o dönemde bir partinin ‘kapalı’ sayılması için yeterliydi.

Nihayetinde Fazilet Partisi 22 Haziran 2001’de kapatıldı. Kapatılan Refah Partisi’nin devamı olduğu gerekçesiyle kapatılan Fazilet Partisi, yoluna Saadet Partisi olarak devam etti. Ama bu yola girerken çok önemli isimlerini de kaybetti.

Her şeyin başladığı gün: 19 Mayıs

Partisi olmadığı gibi siyasi yasağı da bulunan Recep Tayyip Erdoğan, yeni bir hareket başlattı. Liderliğinde yaptığı gruba ‘Erdemliler Hareketi’ ismi verildi. Erdemliler Hareketi, Bolu Köroğlu Oteli’nde bir araya gelerek gazetecilere çalışmalarını resmî olarak duyurdular. Hareketin siyasi bir partiye dönüşüp dönüşmeyeceği sorularına Erdoğan “Bir meyveyi ham yemeye kalkarsanız insana acı gelir, fazla beklediğinizde de elma çürür, onun için doğru zamanı seçmek çok önemli. Yeni siyasi oluşum, doğru zamanda siyasi harekete dönüşecek” cevabını verdi.

Bolu’daki toplantıda Erdoğan’ın söylediği bir söz o dönem çok dikkat çekmedi. Ama Erdoğan, Türkiye’nin önündeki yeni yüzyılı nasıl şekillendireceğini tek cümlede özetlemişti: “Yeni oluşumun en büyük hedefi, ülkenin yönetimini kalabalık bürokrasi ve mevzuatlardan kurtarmak.”

Bu mesajın verildiği o toplantı, 19 Mayıs tarihine denk getirilmişti.

Toplantıdan 3 ay sonra da yine Erdoğan liderliğinde Adalet ve Kalkınma Partisi kuruldu.

Sonraki 21 yıl boyunca izlediği siyasi çizgi, ilk gün belirlediği hedeften sapmadı. İstanbul Belediye Başkanıyken kendi ekibiyle kendi istediği gibi sistem kurmuş ve değişimin mümkün olduğunu göstermişti. AK Parti iktidarları döneminde de hep ‘sırtında yumurta küfesini taşıyan’ oldu ve ona göre davrandı. Yaptığı her şeyin sorumluluğunu bizzat aldı. Hatta ‘Çözüm Süreci’ni ‘siyasi hayatıma mâl olsa bile’ diyerek başlattı.

Bolu’daki toplantıda Erdoğan’ın söylediği bir söz o dönem çok dikkat çekmedi. Ama Erdoğan, Türkiye’nin önündeki yeni yüzyılı nasıl şekillendireceğini tek cümlede özetlemişti: “Yeni oluşumun en büyük hedefi, ülkenin yönetimini kalabalık bürokrasi ve mevzuatlardan kurtarmak.”
Bolu’daki toplantıda Erdoğan’ın söylediği bir söz o dönem çok dikkat çekmedi. Ama Erdoğan, Türkiye’nin önündeki yeni yüzyılı nasıl şekillendireceğini tek cümlede özetlemişti: “Yeni oluşumun en büyük hedefi, ülkenin yönetimini kalabalık bürokrasi ve mevzuatlardan kurtarmak.”

Türkiye turuncuyla tanıştı

Erdoğan’ın ‘doğuştan liderliği’ tabii olarak halkta da karşılık buldu. Çünkü Türkiye 2002’de bir lider arayışındaydı.

Elbette liderler yok değildi. Hatta Meclis liderden geçilmiyordu desek yeriydi.

2002’deki seçimden bir önceki sandık 1999’da kurulmuştu. Ve Gerçek Hayat’ın 90’lar özel sayısında anlattığımız pek çok sebepten, millet Bülent Ecevit’in DSP’sini %22 oyla birinci parti olarak Meclis’e göndermişti. Devlet Bahçeli ve MHP ikinci sıradaydı. Recai Kutan en güçlü üçüncü liderdi. Onun arkasında o sırada siyasi yasaklı olan Erbakan vardı. Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller çok güçlü lider figürleriydi. Meclisin tek eksiği Deniz Baykal’dı. Çünkü CHP 1999 seçimlerinde barajı geçememişti. Ecevit’i ve bugün Cumhur İttifakına destek veren o günün DSP’sini saymazsak, 1999 seçimlerinde vatandaş açıkça sol cenahı Meclis’ten kovmuş ve sağ kanada bir şans vermişti.

Onlar o şansı kullanamadı ama 2002’deki seçimde Erdoğan’a verilen şans Türkiye’yi farklı bir kulvara soktu.

Vatandaş 2002 seçimleriyle Meclisteki bütün parti ve milletvekillerini kovdu. 1999 seçimleri sonrası Meclise girebilen hiçbir parti, 2002 seçimlerinde barajı aşamadı. Millet, AK Parti ve Erdoğan’a tam yetki verirken, bir önceki seçimde baraj altında bırakarak Meclis dışına attığı CHP’yi de tek muhalefet olarak tekrar Meclis’e gönderdi. 2002 seçimlerinin Türkiye haritası sadece iki renkten oluşuyordu ve bugün her seçimde Türkiye haritasını boyadığını gördüğümüz turuncu renk ilk defa ve çok güçlü bir şekilde karşımıza çıkıyordu.

99-2002 seçimleri.
99-2002 seçimleri.
99-2002 seçimleri.
99-2002 seçimleri.

20 yıl boyunca gizem aradılar

2002 seçimlerinde Erdoğan ve Ak Parti’ye bir şans veren millet, o günden sonra her sandıkta tercihini yine Erdoğan’dan yana yaptı. Erdoğan 2002 ile 2023 arasında 6 genel seçim, 4 yerel seçim, 3 referandum ve 2 cumhurbaşkanlığı seçiminden Türkiye genelinde en fazla oyu alarak zaferle çıktı. Muhalefet yıllarca bu durumun gizemini çözmek için uğraştı. Önce ‘çok ileri giderse kapatırız’ diyerek önemsemedi. 2008’deki son davada kapatamayacağını anladığında ise panik düğmesine bastı. Ve çok acemi bir şeklide AK Parti’yi önce tahkir sonra da taklit etmeye başladı. Uzun süre suçu AK Parti seçmeninde aradı. Onlara ‘makarnacı, bir torba kömür için oyunu satan, bidon kafalı’ gibi yakıştırmalar yaptı. Ama bunu yaparken AK Parti gibi bütünleştirici oldu ve söverken AK Parti seçmeni arasında ayrım yapmadı.

Ortada bir gizem olmadığını anlamaları ise 20 yıl sürdü. 2017’deki referandumla başlayan başkanlık sisteminin koalisyon dönemini sona erdirmesine ağlamaları kesildiğinde, gözlerinin içi ittifak ışıltısıyla parladı. 2019 yerel seçimlerinde ‘Erdoğan’dan nefret eden herkes gelsin’ taktiğiyle kurdukları takım, bazı büyük şehirlerde işe de yaradı. Özellikle İBB’nin alınması muhalefet için tarihi bir zafer oldu. ‘Erdoğan’ı devirebiliriz’ düşüncesine ilk defa kendileri bile inandılar.

Fakat ‘Erdoğan’dan nefret eden herkes’in Erdoğan’ı devirmek için yetmeyeceği, 2018 başkanlık ve 2019 yerel seçimlerinde matematik olarak ispatlandı. Bu yüzden muhalefet, Erdoğan’ın taktiklerini taklit etme konusuna daha çok ağırlık verdi. İşe nefret ettikleri gruplardan oy isteyerek başladılar. Hatta bu partiler kendi arasında bir ittifak da kurdu. Daha sonra Erdoğan’dan nefret etmeyenlerden oy istediler. Ama öyle bildiğimiz eski taktiklerle değil. Sanki gerçekten gönülden ister gibi istediler. Bu uğurda akıllarına gelen her şeyi söylediler. Parti içinde söylediklerine itiraz edenleri ise kapı dışarı ettiler.

Kemalistler tarih sahnesinden siliniyor mu?

Özellikle CHP büyük bir ‘temizliğe’ gitti. AK Parti seçmenine hiçbir karşılık beklemeden nefret besleyen, Erdoğan’dan canı gönülden nefret eden gerçek Kemalistler CHP’den tasfiye edildi. Onların yerine nefretleri bile sahte, kendi mezhepçi-ideolojik-ırkçı çıkarları için profesyonelce nefret kusan muhteris bir kadro kuruldu.

Bu tasfiye daha 2010 yılında Deniz Baykal’la başlamıştı. Baykal ve onun gibi düşünen Kemalistler birer birer uzaklaştırıldı.

O günlerden bakıldığında, yani Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanı seçildiği Mayıs 2010’da, bunun CHP’yi dönüştürme operasyonun başlangıcı olacağı pek çok kişinin aklına gelmiyordu. Baykal’dan 7 ay sonra onu devirmek için iş birliği yaptığı koyu Kemalist Önder Sav ve ekibinin ayağını kaydırdığında bile şüphelenen çok az kişi vardı. Bu sinsi temizlik 13 sene sürdü.

Sonucu nasıl olursa olsun, ortada değişime uğramış bir CHP var. Yani Cumhuriyetin kurucusunun kurduğu, dolayısıyla cumhuriyeti kurduğunu iddia eden partinin, bir kişiyle baş edebilmek için dönüştürülmesi söz konusu. Bu dönüşümü kim dizayn etti, düğmeye kim bastı, öyle bir düğme hiç oldu mu bilmiyoruz. Ama ortada olan gerçek; dizayn ettikleri nizamı hakkıyla korumak için gerekirse o nizamı kurdurdukları elleri kırabiliyorlar. Kendilerini güçlü sanan Kemalistleri, öyle olmadıklarının anlaşıldığı yerde bırakıyorlar. Ve tüm bunları, karşılarında bir türlü çoğunluk olamadıkları tek bir kişi ile mücadele için yapıyorlar.

  • “Allah’ımıza şükürler olsun ki biz değiştik”
  • Çok üstünde durulmaz ama bugün Z kuşağı diye adlandırılan 25 yaş ve altı, Kemal Kılıçdaroğlu CHP’nin başına geçtiğinde daha çocuktu. Hoş, 30 yaşında olanlar bile reşit değildi. Belki de bu yüzden, CHP bu seçimde Erdoğan için ‘Tek Adam’ ithamını bıraktı.
  • Daha pek çok şeyi geride bırakan Kılıçdaroğlu, AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 seçimlerinde CHP listelerinden Meclis’e girmişti. Geçtiğimiz ay attığı bir tweetle,13 yıldır başkanlığını yaptığı yüz yıllık partiyi nasıl değiştirdiğini, daha doğrusu Erdoğan’ın Türkiye siyasetinde yaptığı değişimi böyle itiraf etti: “Soğan, cücük hakaretleri ediliyor. Soğan kafalı diye paylaşım yapıyorlar. Ben neyin huzurundayım biliyor musunuz? Eskiden bunları sureti bizlerden görünenler yapardı. Makarnacı, kömürcü diye alay edilirdi fakirle fukarayla. Çok şükür onları aramızdan uzaklaştırmayı başardık. Çok zor oldu ama başardık, vallahi de billahi de. Biz halkçı olma mücadelesi verdik ve kazandık. … Allah’ımıza şükürler olsun ki, biz değiştik.”

Hak hukuk gak guk

Türkiye’de siyasetin 20 yılda başardığı bu büyük değişim pek çok şeye rağmen yapılabildi. Askerî vesayetin adı vardı ama yargı vesayeti bazen ondan bile beter oluyordu. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve yüksek yargıdaki arkadaşları, kafalarına göre ülke yönetiyordu. Ülkeyi yönetmek için yetki alanlar onlar için gerçekten ikinci sınıftı. Kendilerinden olsa bile.

Bu yargı sistemi, AK Parti’yi kapatmak için davalar açtı, onun seçmenini istedikleri hizaya getirmek için 28 Şubat’ın düzenlemelerini kullandı. Daha pek çok şey de yaptı. Bu memlekette yaşıyorsanız ya yaşımız tuttuğu için ya da her yerde okuyup izlediğimizden bunların çoğunu hatırlıyoruz.

Sistem, tüm bunları “Türkiye İran’a benzemesin diye” yaptığını iddia ediyordu.

- Başörtüsü olmayanı üniversitelere sokmayan İran’a benzememek için üniversitelere başörtüsünü sokmadı.

- Sokaklarında sakalsız adam gezdirmeyen İran gibi olmamak için kamu kurumlarında sakal yasaklandı.

- İran’ın molla sınıfı gibi kendi içinde bir ‘seçkinler sınıfı’ oluşturdu. Yani halka korku olarak pompaladıkları ne varsa aynısını yaptılar.

‘Bu kadroları örgütüme vermeyip milliyetçilere mi verseydim?’

Sadece yüksek yargı değil, 2002 yılının sisteminde hâkim ve savcı kadroları da şâibeliydi. 1994-95 arasında 1 yıl Adâlet Bakanlığı yapan CHP’li Mehmet Moğultay öyle bir kadrolaşma yapmıştı ki gören 28 Şubat gerçekten bin yıl sürecek sanırdı.

Moğultay, partisinin bir il kongresinde hâkim-savcı alımlarında nasıl adam kayırma yaptığını şu cümlelerle övünerek anlatıyordu:

"Evet, hükümetten sınavlı beş bin kişilik kadro çıkarttım. Doğu'dan Güneydoğu'dan gelen insanlar aç mı, işsiz mi kalsın? Bu kadroları örgütüme vermeyip de milliyetçilere mi verseydim? Seyfi Oktay ve benim dönemimde de iki bin hâkim aldık. Bu aldığımız kadrolar, ileride yeşerecek demokrat insanlardır. Yaptığım suçsa işlemeye devam edeceğim. Ben yılmayacağım, bu makamı da terk etmeyeceğim"

Mehmet Moğultay'ın Adâlet Bakanlığı döneminde yapılan hâkimlik ve savcılık imtihanlarında yazılı sınavda ilk 100'e giren isimlerden 57 kişi mülâkatta elendi. Bu isimlerin, yazılı imtihanda dereceye girmelerine rağmen CHP örgütünden 'referansları' olmadığı için elendiği anlaşıldı.

Yargı sistemimiz bugün de pek çok yönden yeni düzenlemelere, iyileştirmelere hatta bazı açılardan büyük değişimlere ihtiyaç duyuyor. Özellikle ceza yasamızın caydırıcılıktan uzak olduğunu anlamak için hukukçu olmaya bile gerek yok. Ama bugünkü yargı sistemimizi 2002 yılının sistemi ile kıyaslamak da büyük haksızlık olur. Çünkü ;

- Türkiye, bugünkü kadar geniş bir özgürlük yelpazesine hiçbir zaman ulaşmamıştı. Daha doğrusu, hukuk tanımazlığa hiç bu kadar müsamaha göstermemişti.

- Eleştiri ile hakaretin sınırlarının bu kadar birbirine karıştığı bir zaman olmamıştı.

- Bugün 2002’den farklı olarak sosyal medya gerçeğinin de eklendiği basın ve medya, yalan ile doğruyu hiç bu kadar birbirine harmanlamamıştı.

- Aile kavramıyla, bu toplumun değerleriyle savaşmak hiç bu kadar ‘itibarlı’ olmamıştı.

Tüm bunlar ve daha fazlası, Türkiye’de hukukun olmamasından değil, yargının işini düzgün yapmamasından kaynaklanıyor. Sosyal medya ile ilgili AB ve ABD’nin bile ilerisinde kanunlar hazırlandı, fakat uygulamada esâmesi okunmadı. Âdî suçlarda zanlıların çoğu savcı bile görmeden serbest kalıyor. Hâkimlerin verdiği yanlış, keyfi, tutarsız kararlar haberlerin detaylarında kaybolup gidiyor.

2002’den 2023’e kadarki süreçte onlarca yargı düzenlemesi gerçekleştirildi. HSK yeniden düzenlendi, AYM’ye geniş yetkiler verildi, referandumla 1982 anayasası bile değiştirildi. Ama yargı sistemi ne milletin ne de Erdoğan’ın istediği seviyeye geldi.