Asıl hedef uranyum mu, çok daha fazlası mı?: Macron’un Türkistan seferi

Macron’un Türkistan seferi.
Macron’un Türkistan seferi.

Macron'un uranyum tedariğinden daha fazlası için umutlanması mümkün değil. Kazak-Fransız üniversitesi elbette mühim ancak Fransızcanın coğrafyadaki etkisi nereden bakarsanız bakın sınırlı kalmaya mahkûm. Rusya zayıflıyor olsa da hâlen güçlü bir oyuncu, Çin ise hırslarını saklamayı başarıp sinsice yaklaşan bir tehlike. Türk Devletleri Teşkilatı dil ve kültür alanında verdiği gayreti ekonomik sahaya da artık taşımalı. Ekonomik açıdan güçlü olmayan hiçbir yapılanma başarılı olamaz.

Herkesin bildiği gibi 3 Kasım günü Kazakistan’ın başkenti Astana’da Türk Devletleri Teşkilatı’nın Liderler Zirvesi vardı. Zirvenin mottosu ‘TÜRK DEVRİ’ olarak belirlenmişti. Nitekim bu bağlamda savunma sanayii ve güvenlik konuları dahil daha sıkı işbirliğine gidilmesine dair mühim kararlar alındı. Türk dünyası yeniden küllerinden doğuşun meşalesini yakarken zirvenin hemen öncesinde, 1-2 Kasım tarihlerinde Türkistan coğrafyası enteresan bir misafiri ağırladı.

Seçilen tarih manidardı, gelen misafir daha da manidardı. Zira Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye ile Akdeniz-Afrika hattında ciddi bir rekabet ve gerilim içinde bulunan, Dağlık Karabağ meselesinde Azerbaycan’ın değil Ermenistan’ın yanında yer alan, ülkesindeki Türk ve Müslüman göçmenlere adeta nefes aldırtmayan bir figür olarak biliniyor.

Peki, bu hamleyi nasıl okumak gerekiyor? ‘Türk Devri’ mottosuyla başlayacak bir zirvenin öncesinde bir tür ön alma faaliyeti olarak görebilir miyiz? Yoksa sıradan bir ziyaretin tamamen tesadüf neticesinde oluşan bir takviminden mi bahsedeceğiz?

Küçük Napolyon neyin peşinde?

Gerek Macron’u gerekse Fransız dış politika geleneğini biraz tanıyorsak tesadüften bahsetmenin abes olacağını söylemek mümkün. Macron bilindiği gibi NATO’nun beyin ölümü ve Avrupa ordusu gibi sivri çıkışlarıyla gündeme gelen, Beyrut patlaması sonrası verdiği fotoğraflarla Ortadoğu fatihliğine soyunan, küçük Napolyon olma hülyalarıyla yaşayan biri.

‘Küçük Napolyon’ tavrının ona ne kazandırdığı ise şüpheli. Gerek ülke içinde gerekse dış ilişkilerde gittikçe mevzi kaybediyor ve alanı daralıyor. Batı dünyasında yaşanan ciddi liderlik krizinin ekmeğini yemeye devam ederken, bu ekmeği kendi becerisiyle var ettiğini düşünecek kadar da budala üstelik. Avrupa siyaset arenası görüp göreceği en zayıf devirleri yaşıyor. Hollanda seçimlerini oylarını iki misli artıran Geert Wilders’in kazandığı bir vasatta Macron gibi birinin hâlâ Fransa’yı yönetiyor olmasına pek şaşmamalı.

İşbu Macron, Fransa ve tabii ki AB temsilcisi olarak Kazakistan ve Özbekistan’ı ziyaret ederek bir taşla birçok kuşu avlamanın peşinde. Fakat ne Fransa’nın ne de AB’nin oralarda pek esamesi okunmuyor. Türkistan stratejik oyununda şimdilik sadece alternatif bir oyuncu olabilir. O da uslu durur, küçük Napolyon tavrını sergilemezse.

Macron ve Şevket Mirziyoyev Özbekistan Cumhurbaşkanı.
Macron ve Şevket Mirziyoyev Özbekistan Cumhurbaşkanı.

Paris'in dört yanı nükleer santral

Gelelim sadede...

Bizdeki “çevreci hödükler” Paris'in sokaklarını ve Bordo şarap festivalini iyi bilirler amma bu ikisinin etrafındaki onlarca nükleer santrali görmezden gelirler. Dikkatinizi çektiyse bilmezler demedik, merkep gibi de bilirler. Ama Paris'e ve Bordo'ya laf gelecek diye ödleri koptuklarından olsa gerek, bu konuda çıtları çıkmaz. Evet, Fransa'da 60 civarında nükleer santral var ve elektrik üretiminin yarıdan fazlası bu santrallerden karşılanıyor. Bu konuda dünya birincisi. Üstelik sadece kendi elektriğini üretmekle kalmayıp komşu AB ülkelerine satarak para da kazanıyor. Buraya kadar gayet normal.

Normal olmayan husus ise Fransa'nın uranyumu yok. Nükleer santraliniz varsa uranyum olmadan bunu işletemezsiniz. Fransa son on yılda 88 bin ton uranyum satın almış ve üç ana tedarikçisi mevcut.

Yüzde 27 ile Kazakistan birinci

Yüzde 20 ile Nijer ikinci

Yüzde 19 ile Özbekistan üçüncü sırada yer alıyor.

Bilhassa Nijer'den temin edilen uranyumun maliyeti bir hayli cazip. Fakat bu noktada bir sıkıntı var. Temmuz ayında Nijer'de Fransa karşıtı bir darbe gerçekleşti ve ana tedarikçilerden birinin aradan çıkması gibi bir mesele ortaya çıktı. Bunun telafisi nasıl olacak? Diğer iki tedarikçiyle buluşup anlaşmak suretiyle elbette.

Macron'un Kazakistan ve Özbekistan macerasının arka planı daha iyi anlaşılmıştır umarız. Fakat dediğimiz gibi seçilen tarih bir hinliğe işaret ediyor, orası ayrı.

Rusya dikkatle izliyor

Macron’un ziyaretine ilişkin Kremlin'den gelen “Astana kendi bağımsız politikası çerçevesinde hareket ediyor” cümlesi elbette politikanın ikiyüzlülüğünü yansıtıyor. Zira, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov'un “komşularımızı, dostlarımızı ve müttefiklerimizi bizden uzaklaştırma çabalarını kınıyoruz” açıklamasının henüz dumanı tütüyor.

Evet, Rusya belki Batı ambargosunu buralardaki nüfuzunu kullanarak belki biraz kırıyor ama Ukrayna kriziyle birlikte Rusya'nın arka bahçesi sayılan Kafkasya ve Orta Asya üzerinde eskisi kadar güçlü olmadığı da bir gerçek. Tamamen olmasa da kısmi bir vakum oluşmuş durumda. Kazakistan ve Özbekistan gibi ülkeler bu vakumdan yararlanmaya, Rusya'nın boğucu nüfuzundan bir nebze olsun kurtulmaya çalışıyor. Türk dünyasıyla ilişkileri geliştirmenin yanı sıra AB tercihini de masada tutma, dış politika ve ticaret eksenini çok boyutlu bir seviyeye taşıma gayretindeler.

Vakum en çok kime yarar?

Rusya'nın coğrafyadaki ağırlığının azalma trendine girmesi hemen biteceği mânâsına gelmiyor. Rusçanın ve Rus kültür havzasının sınırları zamanla daralacak olsa da halen çok güçlü. Fakat ekonominin başat bir yönü bulunduğunu da yabana atmamak gerek. “Doğduğun yer değil, doyduğun yer” gerçeğini gözardı edemeyiz. Bu bağlamda baktığımızda Macron'un Türkistan seferinin belli etkileri olsa da sınırlı kalmaya mahkûm olduğunu söyleyebiliriz.

Gönül isterdi ki, Türkistan coğrafyasında Rusya'dan boşalan yeri zamanla ekonomik, siyasi ve kültür vizyonu ile Türkiye ve Türk dünyasının dinamikleri doldurabilsin. Fakat meseleye gerçekçi bakmak zorundayız. Çin, bölgedeki 100'ü aşkın projeye ciddi paralar bağlamış durumda.

İlle de ekonomi

Evet, Türk Devletleri Teşkilatı emin adımlarla doğru bir istikamette ilerliyor. Fakat henüz Rusya ve Çin ile bölgede rekabet edebilecek seviyeye gelebilmiş değil. Gelmesi için de öncelikle ekonomik mânâda ciddi bir entegrasyonun, ortak projelerin hayata geçirilmesi gerekiyor. Şu soruyu sormakla başlayabiliriz mesela:

KAZAKİSTAN VE ÖZBEKİSTAN URANYUMU NİÇİN TÜRK DÜNYASINI DEĞİL DE FRANSA'YI İHYA EDİYOR?

Macron'un uranyum tedariğinden daha fazlası için umutlanması mümkün değil. Kazak-Fransız üniversitesi elbette mühim ancak Fransızcanın coğrafyadaki etkisi nereden bakarsanız bakın sınırlı kalmaya mahkûm. Rusya zayıflıyor olsa da halen güçlü bir oyuncu, Çin ise hırslarını saklamayı başarıp sinsice yaklaşan bir tehlike. Türk Devletleri Teşkilatı dil ve kültür alanında verdiği gayreti ekonomik sahaya da artık taşımalı. Ekonomik açıdan güçlü olmayan hiçbir yapılanma başarılı olamaz.

  • Kazakistan uranyumda dünya lideri
  • Kazakistan 1 milyon tona yakın rezerviyle dünyanın en büyük ikinci uranyum ülkesi gibi görünse de üretim itibariyle ilk sırada yer alıyor. Zira bir milyon 800 bin ton ile rezerv bakımından önde görünen Avustralya'nın üretimi daha düşük seviyede. 2009 yılından bu yana üretim liderliğini kimseye kaptırmayan Kazakistan'ın 2022 yılı üretimi 21,3 bin ton. Kazakistan'ı takip edenlerin sıralaması ise şöyle:
  • • Kanada (7,4 bin ton),
  • • Namibya (5,6 bin ton),
  • • Avustralya (4,6 bin ton),
  • • Özbekistan (3,3 bin ton),
  • • Rusya (2,5 bin ton),
  • • Nijer (2 bin ton)
  • • Çin (1,7 bin ton).
  • Kazakistan'ın yıllık uranyum üretiminin neredeyse yüzde 40'ı doğrudan Fransa'ya gidiyor. Enteresan olan husus ise şu: Dünyanın en önde gelen uranyum satıcısı Kazakistan'ın henüz bir nükleer santrale sahip olmayışı.
  • SSCB döneminde Hazar kıyısındaki Aktau şehrinde bulunan sodyum soğutmalı hızlı reaktör BN 350, 1974 yılında hizmete girmiş ve 1999 yılında ömrünü tamamlamıştı. Kazakistan bağımsızlığını kazandıktan sonra kendi nükleer santralini inşa etmek istiyor. Macron'un heyetinde yer alan bir isme göre, Kazaklar Fransa'nın nükleer santral tecrübesinden faydalanmak istiyor. Buna göre Fransız kamu enerji şirketi EDF'nin Kazakistan'ın ilk nükleer santralini inşa edeceği konuşuluyor.
  • Bu iş elbette karşılıksız olmayacak. Eylül 2024'te Kazak-Fransız üniversitesi faaliyete geçecek ve Tokayev'in deyimiyle “Fransız kültürü ve dili Kazakistan'da tanıtılmış olacak.” Bilmem farkettiniz mi, bu manzara bize bir yerlerden tanıdık geliyor. Medeniyet namına Frenk kültürüne kapıyı aralama bahsi, kapitülasyonlar ile malul 19. asrın Osmanlı zihniyetini hatırlatıyor.