Amerika hiçbir zaman Türkiye’nin dostu olmadı

Amerika hiçbir zaman Türkiye’nin dostu olmadı.
Amerika hiçbir zaman Türkiye’nin dostu olmadı.

NİLİ örgütünün “zararlı cemiyet” olarak tespit edildikten sonra Halep’teki Amerikan Konsolosluğu’nun himayesi altında faaliyetlerine devam ettiği bilinmelidir. Halep’teki Amerikan Konsolosu Jesse J. Jackson, bir yandan Ermenileri Osmanlı’ya karşı isyan ettirmek için örgütlerken, diğer yandan NİLİ Yahudi casusluk örgütünü de koruyucu kanatları altına almıştı.

Günümüzde Amerika’nın PKK’yı düzenli bir ordu gibi silahlandırdığını ve düzenli bir ordu gibi sürekli eğittiğini “dostlarımız arasında” bilmeyen kalmadı. PKK’nın Türkiye’yi bölerek ‘İkinci İsrail’ devletini kurmak için ABD ve İsrail tarafından kurulduğunu da “dostlarımız arasında” bilmeyen yok.

Kuzey Irak’ta oluşturulmuş olan Kürt özerk bölgesinin/devletçiğinin, Barzani ailesi başta olmak üzere tamamen Yahudi asıllı Kürtler tarafından yönetildiğini de.

ABD tamamen gerçek dışı ve yasa dışı bahaneler uydurarak Irak’ı işgal edince 7000 (yedi bin)

Yahudi asıllı Kürt’ü özel olarak eğitip Kuzey Irak’a yerleştirdi. Günümüzde Kuzey Irak’taki Kürt özerk devletini işte o “Yahudiler” yönetiyor.

Küçük Amerika olacaktık

Türkiye’nin Atlantik sistemine bağlanması 1945’te başladı. İkinci Dünya Savaşı’ndan “Demokrasi Cephesinin Lideri” parlatmalarıyla çıkan ABD, Türkiye’ye yönelik “Sovyet tehdidi”ni de kullanarak Türkiye’ye girdi. O zaman bir Sovyet tehdidinin gerçekten olup olmadığı bazı çevrelerde bugün hâlen tartışılıyor.

O dönemdeki İnönü yönetiminin genç ve iddialı bakanı Nihat Erim çok iddialı/forslu bir tavırla “Küçük Amerika olacağız” hedefini ilân etti.

Burada tarihî olarak sorulması gereken soru şu olmalıydı: Mustafa Kemal’in ölümünden yedi yıl gibi kısa bir süre sonra Kemalist Devrimlerinin öncüsü olduğunu iddia eden CHP iktidarından “niçin” ciddi bir itiraz gelmemişti?

Demek ki Paşa’nın 1935 yılındaki CHP kurultayında vurguladığı “Arasız Devrimler” kuralı sadece “kurultay tutanaklarında” kalmıştı. Dahası CHP içerisinden çıkan Demokrat Parti iktidarı da 1950 yılında Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ağzından “Küçük Amerika” hedefini tekrarlamıştı.

Köklü bir Devlet geleneğine sahip olan Türk Milleti, “Küçük Amerika” olmadan da Amerika ile dayanışma/ittifak yapamaz mıydı?

12 eylül darbesinin sarsıntıları sürüyor

12 Eylül 1980 Darbesi Türkiye’de çok büyük/çok olumsuz sarsıntılar yarattı. Özellikle eğitim sisteminde yapılan çok köklü değişikliklerin en önemlisi bize göre “test usulü imtihan” sistemiydi.

Bu sistemle sayfalarca problem çözerek konuyu derinlemesine kavramak ve hem derin hem de çok detaylı düşünebilme yeteneği oluşturmak yöntemi terkediliyor, “çok sığ ve çok kısa” düşünebilen bir gençlik yetiştirmek dönemi başlıyordu.

Bu sistemin uygulanmaya başladığı dönemde buna karşı çıkanların “siz toplumu yeteneksizleştirmek istiyorsunuz” diyerek bu görüşlerini/itirazlarını ısrarla vurguladıkları ama etkili olamadıkları biliniyor.

Bu sistemin ABD tarafından Türkiye’ye dayatıldığı, darbeyi gerçekleştiren mason generallerin de bu ihanet yöntemini uyguladıkları biliniyor. 12 Eylül darbe cuntası üyelerinden Genelkurmay Başkanı Kenan Evren’in, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya’nın ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Nejat Tümer’in mason oldukları da biliniyor. Kara Kuvvetleri Komutanı Nurettin Ersin mason değildi. Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun’un mason olup olmadığını biz bilmiyoruz.

Kenan Evren general olmadan önce Kore’deki Türk birliğinde görev yaparken, Amerikalı subayların üye olduğu mason locasına üye olarak mason olmuştu. Bu olağanüstü ve olumsuz gelişmelere geniş ve derinlemesine bakılabildiğinde, “amacın” Yahudi kökenli Kürtlerin yönetiminde “Büyük Kürdistan”ın yani “İkinci İsrail”in kurulması olduğu net olarak anlaşılır.

‘Türkiye bölünmeliydi’

İkinci İsrail planının en zorlu halkası Türkiye’nin bölünmesiydi. Türkiye’nin bölünmesinin barışçı yoldan mümkün olmadığı/olamayacağı, bu planın “sahipleri” olan ABD/İsrail ikilisi tarafından çok iyi biliniyordu.

1993 yılında Adana’daki İncirlik NATO üssünde yapılan ve Türk Subaylarının girmesi yasaklanan gizli brifingde, NATO Başkomutanı Amerikalı Orgeneral John Shalikashvili, istihbaratçı brifing subayına ne sormuştu: “Kürt Devleti’nin kuruluşunda Barzani ile Talabani’ye verilen görevleri biliyorum. PKK’ya ne görev vermiştik?”

Amerikalı istihbaratçı brifing subayı, NATO Başkomutanı’na nasıl cevap vermişti. “Sör, PKK’nın görevi Kürt devleti kuruluncaya kadar Türkiye’yi ANGAJE tutmaktır.”

Orgeneral John Shalikashvili, NATO Başkomutanlığı görevinden sonra da ABD Genelkurmay Başkanı olmuştu. Şimdi/günümüzde de ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Türkiye için “sözde ortak” diyor, ABD’nin Atlantik Konseyi gibi çok önemli resmî kurumlarının belgelerinde de Türkiye’den “hasım, düşman, haydut devlet” diye söz ediliyor.

Tam bu noktada, sığ Amerikan kültürünü tam olarak ifade eden meşhur “Business is Business” / “İş iştir” özdeyişini hatırlamalıyız. Günümüzde de Amerikalıların çok büyük çoğunluğu hayata bu açıdan bakıyor.

İstihbarat savaşı ve NİLİ örgütü

Tarihin en büyük savaşlarından birisi olan Birinci Dünya Savaşı’nın Filistin-Suriye cephesi, bu savaşın en çalkantılı ve zorlu cephelerindendi. Adeta sürüklenerek bu savaşa sokulmuş olan Osmanlı Devleti için bu savaş, Filistin-Suriye cephesinde fizikî muharebenin ötesinde “istihbarat savaşı”na dönüşmüştü.

Siyonizmin siyasallaşarak “Yahudi Devleti” kurma amacı/hedefi, iyi organize edilmiş casusluk faaliyetleriyle ilk olarak burada sahaya sürülüyordu. Tarihte NİLİ örgütü adıyla yer alan Yahudi casusluk örgütü, Romanya doğumlu Osmanlı vatandaşı Aaron Aaronson tarafından 1915 yılında kuruldu.

Aaron’un ailesi Doğu Avrupa’da yükselen Yahudi karşıtlığı nedeniyle Romanya’dan 1882 yılında göç ederek Osmanlı Devleti’ne sığınmıştı. Aile daha sonra ünlü Yahudi Rothschild tarafından Filistin’in Hayfa şehrinde kurulan Yahudi kolonisine yerleştirildi.

Aaron, Rothschild’in sağladığı bursla Fransa’da tarım eğitimi aldı ve 1910 yılında Hayfa’ya döndü. Hayfa’da açtığı “tarım deneme istasyonu”, 1915 yılında kurduğu “NİLİ Casusluk Örgütü”nün merkez üssü oldu.

Tam bu noktada, Avrupa’daki Yahudi karşıtlığından kaçarak Osmanlı Devleti’ne sığınan bir ailenin çocuğu olan Aaron’un kurduğu NİLİ örgütünün, Osmanlı Devleti’nin yıkılışında çok önemli rol oynadığına dikkat edilmelidir.

NİLİ casusluk örgütünün kuruluş sebebi, Osmanlı Devleti’ne karşı İngilizlerin casusluğunu yapmaktı. NİLİ’nin hedefi, Osmanlı’nın hakimiyetindeki Filistin’in İngilizlerin işgaline açık bir hâle dönüşmesini sağlamak yani Osmanlı’nın savunma yeteneğini çökertmekti.

Casusluk mesleğinin “büyük üstadı” olan İngilizler, istihbarat operasyonlarının cephede ne kadar önemli ve etkili olduğunu da çok iyi biliyorlardı.

NİLİ’yi Cevat Rıfat Atilhan çökertti

Kadın casuslar vasıtasıyla Filistin’deki Osmanlı subaylarının her türlü mahrem bilgisini ele geçirmek NİLİ’nin görevleri arasındaydı. Yahudi NİLİ casusluk örgütünün hem deşifre edilmesinde hem de yok edilmesinde Yüzbaşı Cevat Rıfat (Atilhan) bey büyük çaba harcamış ve başarılı olmuştu.

Cumhuriyet döneminde de mesleğine devam eden Cevat Rıfat Bey, Atilhan soyadını almış ve general rütbesine kadar yükselmişti. Biz de milletimize ve devletimize büyük hizmetler yapmış olan merhum Cevat Rifat Atilhan’ı saygı ve rahmetle anıyoruz.

Tam bu noktada, NİLİ örgütünün “zararlı cemiyet” olarak tespit edildikten sonra Halep’teki Amerikan Konsolosluğu’nun himayesi altında faaliyetlerine devam ettiği bilinmelidir. Halep’teki Amerikan Konsolosu Jesse J. Jackson, bir yandan Ermenileri Osmanlı’ya karşı isyan ettirmek için örgütlerken, diğer yandan NİLİ Yahudi casusluk örgütünü de koruyucu kanatları altına almıştı.

Halep’e gelen/gönderilen isyancı Ermenilere Amerikan Konsolosluğu’nun kapılarını açan, Konsolosluğu Osmanlı Devleti’ne karşı bir fitne merkezine dönüştüren Konsolos Jesse J. Jackson, Türkiye’ye yönelik günümüzdeki Amerikan bakışının da sembolü gibidir!