Mesleki eğitim ekonomisi

Mesleki eğitim ekonomisi
Mesleki eğitim ekonomisi

Hayatımız boyunca en çok duyduğumuz, konuştuğumuz, kafa yorduğumuz ve en nihayetinde üzerine bir hayat kurduğumuz bir kavram: Meslek. Hayatımızı temelinden etkileyen bu kavramı eğitim boyutuyla ele alarak bireyler ve devletler için ekonomik açıdan önemine bakalım.

Kitabi bir tanımla başlayacak olursak meslek, insanlara yararlı mal ya da hizmet üretmek ve karşılığında para kazanmak için yapılan, belli bir eğitimle kazanılan sistemli bilgi ve becerilere dayalı, kuralları ve sınırları toplum nezdinde belirli olan etkinlikler bütünü olarak tanımlanabilir. Tanımın içerisinde yer alan “belli bir eğitim” olgusu da aslında mesleki eğitimdir denilebilir. Mesleki eğitimler, hayatın her alanında ihtiyaç duyulan mesleklerde kalifiye elemanlar yetiştirilebilmesi için gerekli bilgi ve becerilerin verildiği bir eğitim olması yönüyle ülkeler için ekonomik açıdan kilit bir konumdadır. Sanayileşerek kalkınmak isteyen ülkeler, kalifiye insan gücünden taviz vermemelidirler. Aksi taktirde hedeflenen kalkınmanın gerçekleşmesi güç olacaktır.

Türkiye’ye baktığımızda ise özellikle 2020 sonrasında kamuoyunda ve hükümet politikalarında mesleki eğitim veren okullara pozitif bir bakış açısı görmek mümkün. Pandeminin bu yönelim üzerindeki etkisi de ayrı bir araştırmanın konusu olabilir. 2015’ten itibaren beş yıllık süreçte yeni açılan üniversiteler ve üniversite mezunu olma trendiyle birlikte yükseköğretim kurumlarını kazanmaya yönelik eğitim veren Anadolu ve fen liselerine olan talep arttı. Bunun yanında meslek liseleri eski popülaritesini yitirse de pandemi sonrasında bu liselerdeki öğrenci sayısında sürekli bir artış görülmekte ve bugün son verilere bakıldığında Türkiye’de 1,8 milyonu aşkın bir öğrenci kitlesi görülmektedir. Her ne kadar artan öğrenci sayılarına zıt olarak okul sayısı artmasa ve hatta azalsa da devletin bu liseleri değiştirip dönüştürmek üzerine çalıştığı ve nicelikten niteliğe doğru bir dönüşüm olduğu söylenebilir. Bu çalışmalara örnek olarak teknik üniversiteler ile protokoller imzalayan meslek liseleri verilebilir.

Ülkeler için yükseköğrenim görmüş ve belirli bir alanda uzmanlaşmış, halk tabiri ile “okumuş” insanların önemi yadsınamaz.
Ülkeler için yükseköğrenim görmüş ve belirli bir alanda uzmanlaşmış, halk tabiri ile “okumuş” insanların önemi yadsınamaz.

Söz konusu protokoller ile meslek lisesi mezunu öğrencilerinin Yüksek Öğretim Kurumları (YKS) sınavındaki yükü azaltılarak teknik üniversitelere daha kolay geçebilmesi, böylece mesleki anlamdaki gelişimlerinin sekteye uğratılmaması hedeflenmektedir. Ayrıca teknik üniversitelerin destekleri ile bu okullardaki eğitim kalitesinin artırılması da sağlanacaktır. Yani burada her iki kurum arasında bir kazan - kazan ilişkisi olduğunu söylemek mümkün. Bu proje ile meslek liseleri eğitim kalitesini artırırken, teknik üniversiteler de bu alanda donanımlı öğrencileri bünyesine katarak, öğrenci profilini teknik anlamda ileri bir noktaya taşımış olacaktır.

Peki, Türkiye ekonomisi açısından mesleki eğitim kavramı ve bu bağlamda mesleki ve teknik liseler ne gibi bir önem taşımaktadır? Ülkeler için yükseköğrenim görmüş ve belirli bir alanda uzmanlaşmış, halk tabiri ile “okumuş” insanların önemi yadsınamaz. Fakat gelişmiş ve bazı gelişmekte olan ülkelerde halkın çoğunun üniversite eğitimi alma eğilimi göstermesi, beraberinde bazı riskleri getirmekte. Bunlardan biri, usta eksikliği… Günümüz dünyasında gelişmiş ülkelerde yaygın olarak öğrencilere, çırak olarak işi çekirdeğinde öğrenecek veya meslek lisesine gidecek yaşı geçene kadar aralıksız, genel bir kültür oluşturmaya dayanan teorik bir eğitim verilmekte. Bu da Kant’ın “Ahlak Felsefesi”ni veya türev almayı iyi bilen fakat çatı ustası bulmakta zorlanan toplumlar meydana getirmekte. Şu bir gerçek ki dünya üzerinde bugün eskiye nazaran, sınai anlamda çok daha az usta bulunmakta. Her ne kadar makineleşme ile birlikte seri üretime geçilmesi sonucu pek çok alanda üretim insan eli değmeden gerçekleştirilebilse de halen ince işçilik ve tamirat alanında insan eline ihtiyacımız var. Bu sebepten azalan usta arzının yakın gelecekte talebi karşılayamayacağı aşikâr. Bu tehlikenin farkına varan ülkeler de bu konuyu gündemlerine alarak somut adımlar atmaya başladılar denilebilir.

Genç nüfusu az olan ve yerel nüfus gücüyle bu iş boşluğunu karşılayamayacak ülkeler, örneğin Almanya, vize kolaylığı ve çalışma izinleri çıkartarak usta ithaline başladılar. Genç nüfus bakımından Türkiye gibi eli kuvvetli ülkeler ise eğitim yatırımlarını mesleki ve teknik okullara kaydırarak öğrencilerin en azından bir kısmını bu okullara teşvik etmekte. Türkiye adına konuşmak gerekirse bu tip bir eğitim politikasının meyve vermeye başladığı söylenebilir. Örneğin 2019-2020 eğitim öğretim yılında pandemi dönemindeki ekonomik durgunluğa rağmen mesleki ve teknik okulların döner sermaye işletmelerinde üretimden elde gelir, 503 milyon Türk lirasını buldu. Aynı yıl bu okullarda öğrenci ve öğretmenler tarafından üretilen ve patenti alınan 44 ürün, çeşitli ülkelere ihraç edildi. Elbette mesleki eğitim veren okullar sadece üretim ile de sınırlı değil. Ülkemizde hizmet sektörünün gözde alanlarından biri olan turizme, çeşitli bölgelerdeki turizm meslek liseleri, nitelikli çalışan yetiştirmekte ve ekonomiye katkı sağlamakta. Örneğin 2022 yılında sadece İzmir’deki dört turizm meslek lisesinin ekonomiye verdiği katkı 6 milyon liraydı. Sektörün yılda 40 milyar dolar gibi bir geliri olduğu düşünüldüğünde bu rakam çok ciddi bir miktar olarak görünmese de bu okulların asıl amacı, ekonomik fayda değil; sektöre eğitimli eleman yetiştirmek olduğundan gayet iyi bir katkı olduğu söylenebilir.

Ülkemizde hizmet sektörünün gözde alanlarından biri olan turizme, çeşitli bölgelerdeki turizm meslek liseleri, nitelikli çalışan yetiştirmekte ve ekonomiye katkı sağlamakta.
Ülkemizde hizmet sektörünün gözde alanlarından biri olan turizme, çeşitli bölgelerdeki turizm meslek liseleri, nitelikli çalışan yetiştirmekte ve ekonomiye katkı sağlamakta.

Genelde mesleki eğitim denildiğinde ilk akla gençler, yani henüz bir mesleği olmayanlar gelse de aslında mesleki eğitim kavramı bundan çok daha fazlasıdır. Herhangi bir teorik eğitimden geçmemiş fakat küçük yaşlardan itibaren usta-çırak usulü “çekirdekten” yetişmiş diyebileceğimiz orta yaş ve üzeri ustalarımız için de aslında mesleki eğitim önem arz etmektedir. Bu ustalarımızın teorik ve pratik olarak tekrar bir eğitimden geçmeleri ve eskilerin tabiri ile “alaylı” konumdan “mektepli” konuma geçmeleri iş verimliliğini yükseltmekte, muhtemel mal ve can kayıplarını en aza indirgemektedir. Çünkü iyi bir mesleki eğitim veren kurumda, o alandaki son teknolojik gelişmeler, dünyadaki son trendler ve iş güvenliği için alınacak tedbirler detaylıca ele alınmaktadır. Böylece kendi alanlarında mahir olan ustalarımız sadece ülkemize değil, tüm dünyaya iş üreterek globale açılabilirler ve bunu yaparken kendi güvenliklerini de profesyonel bir şekilde sağlamış olurlar.

Bu konu elbette ustalarımız kadar bizi de ülke olarak yakından ilgilendirmekte. Dünyanın en yetenekli ve iyi yetişmiş ustalarına ev sahipliği yapan bir coğrafyada yaşamamıza ve ülkemizdeki ham madde çeşitliliğine rağmen, maalesef bu değerlerimizi markaya dönüştürüp dünyaya yeteri kadar açılabilmiş değiliz. Elbette bu alanda ihracat yapan ve ciddi büyüklüklere ulaşmış markalarımız da yok değil. Fakat maalesef dünyadaki belirli ülkeler çoğu sektörü domine etmiş durumda ve bu ülkeler, sadece o alandaki ihracatları ile bile inanılmaz bir kazanç elde etmekteler. Örneğin 2014 yılındaki bir rapora göre kol saatlerinin anavatanı İsviçre, sadece o yıl 21 milyar İsviçre Frankı değerinde ihracat yapmış ve çok uzun yıllardır da bu alanda en tepede yer almakta. Bünyesindeki mahir ustaları kurumsal bir çatı altında toplayıp ve elbette doğru fiyat politikaları ve pazarlama stratejileri ile ama en önemlisi sağlamlıkları ile az önce bahsettiğim markalaşmayı başarmış örnek bir ülkedir diyebiliriz, İsviçre için. Pek çok ülke arasından İsviçre ve saat endüstrisini örnek olarak seçmemin sebebi ise gelişen teknolojiyi kendi ustaları için bir tehdit olarak algılamayıp, bilakis bu teknolojiyi ve üstün nitelikli iş gücünü bir arada yoğurarak, on yıllardır bu sektörün en iyisi konumunu korumalarıdır. Öyle ki son yıllarda iyice gelişen ve yaygınlaşan akıllı saat teknolojisi bile bu “eski” tip İsviçre saatlerinin pabucunu dama atabilmiş değil. Diğer ürünlere baktığımız zaman, çoğunda teknoloji donanımlı hallerinin klasik versiyonlarına bir üstünlük kurduğunu görebilmekteyiz. İsviçre saatleri ise en azından şimdilik bu değişime direnmekte ısrarcı…