Kumaşa dokunan tıngır mıngır ninni

Dikiş makinelerinin tarihi serüveni
Dikiş makinelerinin tarihi serüveni

Hayatta dikiş tuturmaya yarar mı bilinmez ama şıklığın sokaklarında dikiş makinelerinin eline su dökebilecek babayiğit var mıdır?

Perend-i nâzük-i sertarı baltayla keser ekser / Dikiş tutturmadı bir kâre bu evzâ-i bicâdan” (Uçucu ve nazik güneş ışıklarını baltayla kesmeye kalkan, bu yersiz davranışlarda bir türlü dikiş tutturamadı) diyor Yenişehirli Avnî. Boş işlerle ilgilenmenin beyhudeliğini bir beyte sığdırırken, sebat etmek için “dikiş tutturmak” deyimini kullanır.

Dikiş yaygın olarak “iğne iplikle dikme işi, dikilen şey üzerine iğne ile geçirilmiş iplik sırası, dikim tarzı ya da sanatı ve terzilik” anlamlarında kullanılır.

El, kol veya elektrikle işletilerek dikiş diken makinelerin çıkması ise Sanayi Devrimi’yle gelir. 1755’de İngiliz Wiesenthal, tasarladığı dikiş makinesi için berat almak üzere başvurmuş; fakat girişimi parasızlık sebebiyle gerçekleşememiştir. 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren birçok dikiş makinesi mucidi ortaya çıktıysa da kayda değer bir tanıtıma rastlayamıyoruz.

İlk pratik ve yaygın dikiş makinesiyle 1829’da, Fransız Thimonnier sayesinde tanışıyoruz. Lyonlu terzi, makinelerinde yakaladığı hız ve düzgün iş ile kısa sürede 80 makine çalıştıran biri haline gelmiştir. Ne var ki, dikiş makineleri yüzünden işlerini kaybetmekten korkan Paris terzilerinin tepkisiyle karşılaşır. Nitekim terziler bir gece fabrikayı basıp bütün makineleri tahrip eder, hatta Thimonnier baskında canını zor kurtarır. Yeni bir ortak bulup daha gelişmiş bir makine imal etmeyi başardıysa da, terzilerin tepkilerinden kurtulamaz. Bunun üzerine kurtarabildiği tek makineyle İngiltere’ye kaçar. Avrupa ile eşzamanlı olarak ABD’de 1839’dan 1846’ya kadar dikiş makinesi üstüne çalışan Elias Howe, tığ yerine mekik kullanımını düşünüp patentini alır fakat maliyeti düşüremediği için umduğunu bulamaz. 1847’de makinesi için İngiltere’ye gidip Amerika’ya ancak gemide aşçılık yaparak dönerken, kendi dikiş makinelerinin piyasada satıldığını ve patentinin Isaac Singer’e ait olduğunu öğrenir. Singer’in makinesi, Howe’un kıvrımlı ve yatay hareket eden iğnesi yerine, düz ve dikey bir iğneyle çalışmaktadır. Singer’in başarısında şüphesiz pazarlama yetenekleri önemli rol oynamıştır; nitekim taksitle satış yapmaktadır. Howe da makinesini geliştirerek delikli iğneye iki ayrı ipliği ilmiklemeyi başarır.

Singer ile Howe arasında açılan patent davası 1853’e kadar sürer ve mahkeme patent hakkını bölüşmelerine karar verir.

İlk ayaklı dikiş makinesi 1855’te, Wheeler&Wilson tarafından yapılmış, Singer’in meşhur dökme demir ve harf süslemeleri ve kabartma logolarla bezeli ayaklı makineleri ise 1863’de piyasaya çıkmıştır.

Dikiş makinelerinin ilk müşterileri şüphesiz giyim eşyası üreticileriydi. 1860’lara gelindiğinde bu makineler özellikle orta sınıf aileler arasında hızla yayıldı; zamanlarının önemli bir bölümünü aile bireylerinin giysilerini dikerek geçiren kadınların gözdesi haline geldi. Bir gömleği elde dikmek yaklaşık 15 saat alırken, bu süre dikiş makinesi sayesinde bir saate iniyordu.

20. yüzyılın başlarında dünyanın giysi üretim başkenti New York’un doğu yakasında işçi başına düşen yatırımın düşük olmasından yararlanmak isteyen girişimciler, giysi üretimi için evlere iş verirlerdi. Böylelikle dikiş makinesi, zanaatkârların dükkanlarının büyümesini ve fabrikalara dönüşmesini sağladı.

Terziler SinagoguOsmanlıcada “dikiş dikme, iki dikiş arası, iki iğne sokumu aralık” anlamında Farsça kökenli derz ve “delik açan, karşı diken, iğne iplikle dikiş diken” mânâlarına karşılık yine Farsça kökenli dûz kelimeleri kullanılırdı. Dikiş anlamına gelen bir başka Farsça kelime de şirâze olup terzilere derzî denilirdi.

Osmanlı toplumunda dikiş makinelerinin bayileri gibi alıcıları da önce gayrimüslimlerdi. 19. yüzyılın sonlarında modernlik kavramının ortaya çıkardığı “kıyafette Viyana ve Paris modası” revaç bulunca buna uygun giyinme hevesi başladı.

İstanbul’un terzilik zanaatını bilen Yahudiler için oldukça önemli bir merkez haline gelmesinin de ilginç bir hikâyesi vardır. 19. yüzyıl sonlarına doğru Rusya ve Doğu Avrupa’dan İstanbul’a göç etmiş olan Aşkenaz Yahudileri arasında terzilik popüler bir meslek dalıydı. O dönemde terzi loncasının başkanı II. Abdülhamid’in saray terzisi Mayer Schönman’dır. İşte bu zât, Bâb-ı Âli nezdindeki ayrıcalıklı konumu sayesinde Padişah’a özel bir ferman çıkarttırarak bu meslek loncası mensuplarının dinî vecibelerini yerine getirmeleri için ayrı bir sinagogun inşa edilmesine ön ayak olur.

Fermanda öngörülen finansman kaynaklarının yanı sıra terziler arasında toplanan paralarla gerçekleştirilen inşaat bir yıl içinde tamamlanır. 1894’te hizmete giren sinagog Schneidertempel (Terziler Sinagogu) olarak anılır. 20. yüzyılın sonlarına doğru dinî işlevini giderek yitiren Terziler Sinagogu, geçirdiği onarım ve restorasyon sürecinin ardından 1999’da Schneidertempel Sanat Merkezi olarak yeniden hayata döndürülmüştür.

Gel zaman git zaman hanımlar erkek terzilerin tekelini kırar; neticede ev dikişi terziden ucuza gelir. Özellikle Singer’in on binlerce kadına verdiği ücretsiz kurslarla dikiş makineleri yaygınlaşarak her evin vazgeçilmezlerinden olur. Hazır giyimin öne çıkmasıyla nostaljik bir emektar edasıyla kenarda dursa da, uzaklardan nameler fısıldayarak maziyi hatırlatır. Dikiş tutturmayı çoktan unutmuş modern insana cefakâr bir dostun uyarısı değil de nedir bu?