Yığın insanı hasta eder veya enformasyon enfeksiyondur

Çağın illeti ihtiyaçsızlık, şeffaflığı kullanarak enfeksiyon gibi yayılmakta.
Çağın illeti ihtiyaçsızlık, şeffaflığı kullanarak enfeksiyon gibi yayılmakta.

İnsanı bu şiddet biçiminden kurtaran, tereddüt, tefekkür, tecessüs kavramları bu çağın insanına ait değil. Artık tereddüt yok iş var; tefekkür yok enformasyonun çizdiği bir yol var; tecessüs ise tamamen yok edilmiş durumda. Şeffaflıkta her şey görünür olmuş. Merak edilmeye değer olan ne kaldı?

Peşine düşülmeye değer olan bilgiyi kavradığında, çağının hâlihazırda sana sunduklarına sırt çevirmek mecburiyetindesin. İddiamın cüretini mazur gösterecek cümlelerim var. Cümlelerden ilkine G. Agamben’in çağdaş tanımıyla başlayabiliriz: “Çağıyla iyi bir biçimde uyuşanlar, ona her bakımdan bağlı olanlar tam da onu nasıl göreceklerini bilemediklerinden, ona bakmayı beceremediklerinden dolayı çağdaş değillerdir.”

Şeffaflığın içinde şeffaflaşmış insanın bir kişiliğe de ihtiyacı kalmaz.
Şeffaflığın içinde şeffaflaşmış insanın bir kişiliğe de ihtiyacı kalmaz.

Yani bu cümleyi referans alarak, modernizmin şeytanlıklarını apaçık bir şekilde görmek ancak yaşadığımız zamana körleşebilmemizle doğrudan alakalıdır, diyebilirim. Fakat “şeffaflık” söylemi bu tanımı tersyüz ediyor, aksine çağın bütün imkânlarından istifade edilmesini talep ediyor. İstifadeyi reddeden herkesi ise dışlamaya kararlı ve mecbur. Agamben’in tanımını elbette çağın hastalığı olan “şeffaflaşma” süreci içinde düşünebiliriz. Şeffaflık talebinde bulunan bir insanın, şeffaflığa “her bakımdan bağlı olanlar, tam da onu nasıl göreceklerini bilemediklerinden” sistemin dışındakine kör bireylerdir.

Çünkü şeffaflığın içinde hiçbir şey düşünülemez, hissedilemez, anlamlandırılamaz. Şeffaflığın içinde şeffaflaşmış insanın bir kişiliğe de ihtiyacı kalmaz. Çağın illeti ihtiyaçsızlık, şeffaflığı kullanarak enfeksiyon gibi yayılmakta. Peki, bu salgından bir korunma yolu yok mu? Var. İsmet Özel’e göre en etkili savunma tekniklerinden biri elden geldiğince sistemin dışında kalmaktır: “Bu dışta kalma isteği öylesine potansiyel güçtür ki, sistemin yürütücü ve savunucuları kendi sonlarının bu ‘karışmama’ faaliyetiyle bağlantılı olduğunu iyi bilirler.”

1 Velhasıl ya biz kör olacağız ya da onların -şeffaflık toplumu bireylerinin- parlak ışıkları altında köreleceğiz; çünkü, “Şeffaflık kendi başına olumludur. Mevcut siyasi-ekonomik sistemi kökten sorgulayabilecek olumsuzluğu içermez. Sistemin dışındakine kördür. Sadece mevcut olanı onaylar ve optimize eder.” diyor, Byung-Chul Han.

2 Yine Chul Han için şeffaflığın içinde bir şekle bürünmek imkânsız hâle geliyor.

Şeffaflığın içinde kendine yeterlilik vardır. Daha doğrusu şeffaf olan ihtiyaçtan azade olandır. İhtiyaçtan azade olan kişiliğinden feragat etmeye mecburdur. “Öteki”ne ihtiyaç duymayandır.

Artık tereddüt yok iş var; tefekkür yok enformasyonun çizdiği bir yol var; tecessüs ise tamamen yok edilmiş durumda. Şeffaflıkta her şey görünür olmuş.

Hâlbuki insan, kendinden doğacak bir güce içkin değildir. “Öteki”yle ihtiyaç hâlindedir. Aksi hâlde yabancılaşacaktır. “İnsanın yalnızlığına son verecek sebebi kendi icat etmesi, evrene anlamını insanın kendi kazandırması zorunlu olur. Bu zorunluluk, hakikatin insanın dışında aranmaması durumunda geçerlidir. Yani yabancılaşma, tanrıtanımaz düşüncenin sonucu olduğu kadar sebebi de olabilir.” Özel’den alıntıyla şu çıkarımı yapabilirim: O hâlde peşine düşülmeye değer olan bilgiyi “insanın dışında” aramak zorundayız. Hakikat, insanda mündemiç değil, “Öteki” nde. Cehennem Başkaları Değil Artık Cehennem İnsanın Kendisi “… daha olmadan görünmek isteme sevdası, dış âleme borçlanmak demektir.” diyor, Gide.

Şeffaflığın içinde kendine yeterlilik vardır.
Şeffaflığın içinde kendine yeterlilik vardır.

Kendini gösteren borca girecek. Kendini gösteren sadece daha fazla vermek mecburiyetinde kalacaktır. Yani ihtiyaçsızlıktan kendini sergileme ihtiyacı doğması kaçınılmazdır. Spot ışıkların keskin parlaklığında kendini sergileyen şeffaflaşır. Şeffaf olan ise ölü olandır. Chul Han’a göre ışıklandırılmış vitrinde kendini sergileyen “başarıya ve performansa odaklı geç modern özne”nin bir karaktere sahip olması mümkün değildir. O, bir ihtiyaca sahip olmaktan ziyade zaten ihtiyaçsızlığını apaçık ifşa etmektedir. İnsan endişedir. İçindeki ihtiyaçsızlığı, kendisini apaçık sergileyerek bir ihtiyaç hâline dönüştüren “özne” ise bu endişeden arınır. İnsan şeffaflığın içinde bir şeye ihtiyaç duymaktan azade oluyor. Şeffaflık Toplumundan Kontrol Toplumuna “Das Man.” Hani şu her tarafı işgal eden ama bir kişilikten, anlamdan, nitelikten yoksun adam. Şeffaflık toplumunun bireyleri, Heidegger’in “das Man”’ıyla ne kadar örtüşür?

Merak edilmeye değer olan ne kaldı?
Merak edilmeye değer olan ne kaldı?

Heidegger “das Man” için şu tanımı yapıyor: “Das Man her yerde, ama varoluşun bir karar almaya zorladığı yerde de hep kaçtığı görülüyor.” Şeffaf bireyler de her yerde ama “varoluşun bir karar almaya zorladığı yerde” değiller. “Öteki” ne ihtiyaç duymaktan ziyade kendi kendilerinde bile bir ihtiyaç arzusu kalmamış; anlamsız kör büyüme yolları hariç. Fakat Chul Han’a göre hedeften ve anlamdan yoksun her türlü büyüme arzusu, insanın kendi gölgesini geçme ve kendiyle savaşmasına benzer ki bu da insanın sonu demektir. İnsanı bu şiddet biçiminden kurtaran, tereddüt, tefekkür, tecessüs kavramları bu çağın insanına ait değil.

Artık tereddüt yok iş var; tefekkür yok enformasyonun çizdiği bir yol var; tecessüs ise tamamen yok edilmiş durumda. Şeffaflıkta her şey görünür olmuş. Merak edilmeye değer olan ne kaldı? Enformasyon yükü altında ezilmiş, “Öteki”nden yoksun, ihtiyaçtan azade, kendini sergileyen şeffaf bireyin kendini sömürmesi zorunluluk hâline geliyor. Peşine düşülmeye değer olandan sırt çeviren insanın geleceği yer hakkında cümlelerim burada sona eriyor.

Yazımı, Chul Han’ın cümleleri ile toparlayarak bitirmek istiyorum. “Kendini ışıklandıran herkes kendini sömürüye teslim eder. … Kendini-sömürü, ötekili-sömürüden daha verimlidir, çünkü bir özgürlük duygusu eşliğinde gerçekleşir. … İnsanlar kendilerini daha ziyade gönüllü olarak teslim ediyor panoptik bakışa. Kendilerini soyarak ve teşhir ederek dijital panoptikonun oluşuna bilerek katkıda bulunuyorlar. Dijital panoptikondaki mahkûm aynı zamanda hem kurban hem faildir. Özgürlüğün diyalektiği işte budur. Özgürlüğün kontrol olduğu ortaya çıkıyor.”3

  • 1- İsmet Özel, Üç Zor Mesele, Tiyo Yayınları, 2016.
  • 2- Byung-Chul Han, Şeffaflık Toplumu, çev: Haluk Barışcan, Metis, 2018.
  • 3- Byung-Chul Han, Şiddetin Topolojisi, çev: Dilek Zaptçıoğlu, Metis, 2017.