'Yangının tam ortasında yakılmadan yanmaktan bıkmak'

'Yangının tam ortasında yakılmadan yanmaktan bıkmak'
'Yangının tam ortasında yakılmadan yanmaktan bıkmak'

Arap Baharı ile başlayan ve sosyal medya ağlarının, ana akım medyanın göstermediği insanları ve olayları temsil ettiği iddiası, aslında o gün olduğu gibi, bugün de hala bir iddia ve gerçeklikten uzak bir durum olarak karşımızda.

Dünyada sınırların belirginsizleşmeye başladığı yıllarla birlikte, dünya tek bir merkezden belli kararlar etrafında yönetilmeye başladı. Sovyetlerin çöküşüne giden süreçte, dünyada belli kurumlar, sanki çöküşü önceden haber almış gibi, yeni yönetim paradigmaları geliştirmeye, Sovyet modelinin dışladığı katılımcılığı artırmaya yönelik adımları atmaya başlamıştı. 1989’dan sonra Dünya Bankası’nın öncülüğünde herkesin yönetimi olarak adlandırılabilecek “yönetişim” kavramı ve devamında gerçekleştirilecek süreçler tüm dünya devletlerine tavsiye edilmeye başlandı.

Milenyuma giden son on yılda, tüm dünyada yerinden yönetim, katılımcılık, temsilde adalet gibi konular popülerleşmeye başlayacak, hemen her ülke meclislerinde yönetişim modelini uygulayacak yeni kanunları ve uygulamaları yasalaştırma yarışına girecekti. Bu, milenyumda yaşanacak büyük bir “demokrasi” zaferinin ilk adımları olarak gösterilecekti. Tam da bu yıllarda Francis Fukuyama liberal demokrasilerin her ülkede hâkim olacağı tezini ortaya atarak tarihin sonuna geldiğimizi ilan edecekti.

Türkiye başta olmak üzere gelişmekte olan birçok ülke, dünya piyasalarından pay almak, çeşitli ekonomi ve iş birliği örgütlerine dâhil olmak amacıyla yönetişim temelli uygulamaları hızlı bir şekilde uygulamaya koyacak ve devleti denetleyici bir konuma doğru geri çekecekti. Özellikle teknolojik ilerlemelerle birlikte birçok hizmet dijitalleşecek, hizmet alanlarında devlet yerine özel sektör faaliyet göstermeye başlayacaktı. Tabii dünyada bunlar olurken, değişime direnen ya da değişime uyum sağlayamayacak ülkeler de demokrasi vaadiyle işgal edilecek ya da yönetim değişikliklerine uğrayacaktı.

Önleyici savaş konseptinde dijital takip

Bu süreçte Amerika merkezli olarak dünya endüstrisi bir kere daha değişiyordu. Daha önce dünyaya Detroit üzerinden yön veren Amerika sanayisi, dumansız yeni sanayi olarak teknoloji girişimlerinin güçlendiği bir merkez haline geliyordu. Özellikle Silikon Vadisi’nin yer aldığı Kaliforniya’nın yöneteceği bu yeni sürece Amerika’nın Afganistan ve Irak işgalleri süreçlerinde ortaya attığı “önleyici savaş konsepti” temasında teknoloji firmaları büyük bir önem kazanacaktı. Amerika’nın yeni savunma konsepti sınırlarının çok ötesinde olan biteni duymak ve öğrenmek üzerine kurgulanacaktı. Burada özellikle internet teknolojisinin gelişmesiyle birlikte siber alanda takip faaliyetleri, insansız hava araçlarıyla istihbarat toplama, yapay zekâ araçlarının yardımıyla görüntü işlemeyle kişi analizi gibi geniş bir perspektifte çalışmalar yürütülecekti.

Amerika’nın yükselen ekonomi gücü olarak Silikon Vadisi’ndeki şirketler sadece ekonomik anlamda değil istihbarat anlamında da Amerika’ya veri sağlayacak ve dünyanın jandarması olan Amerika tüm dünyayı daha rahat bir şekilde takip edebilecekti. Öyle de oldu. Dünyadaki tüm kamera sistemleri, internet ağındaki veriler, yapay zekâ araçlarıyla birlikte kişi tanıma uygulamaları Amerika devleti için çalıştı. Hala da çalışıyor.

Teknoloji kapitalizmi şirketlerinin hemen hepsinin hedefleri arasında gösterilen daha adil, yaşanabilir, ifade hürriyetinin aktif şekilde uygulanabilirliğini sağlamak, erişilebilirlik gibi hedefler aslında bir yandan da kişilerin verilerinin kolayca elde edilmesini sağlayan biricik meşruiyet kaynağı olarak kullanılıyor. Bugün dünyada aktif olarak kullanılan bütün internet tabanlı uygulamalar, çoğunluğu Amerika’da ya da Amerikalı şirketlere bağlı veri merkezlerinde depolanıyor, işleniyor ve analiz ediliyor.

İki binlerin ilk on yılında hayatımıza girmeye başlayan sosyal medya ağlarının özellikle “baskıcı” ülkelerdeki halkın ifade özgürlüğünü sağlama vaadi, günün sonunda kitleleri yönlendirme ve talepleri zararsız hale getirip sınırlandırma noktasında bir aracı olarak kullanılma noktasına gelmesi de bir bakımdan bir geri çekilme ya da şirketlerin baskılara boyun eğmesi değil, aksine önleyici savaş konseptinin en temel hedeflerine hizmet etme noktasında çalışmaya devam etme motivasyonunun bir örneği.

Arap Baharı ile başlayan ve sosyal medya ağlarının, ana akım medyanın göstermediği insanları ve olayları temsil ettiği iddiası, aslında o gün olduğu gibi, bugün de hala bir iddia ve gerçeklikten uzak bir durum olarak karşımızda. Çünkü ana akımın görmezden geldiği “öteki” olanın motivasyon, hedef ve araçları sosyal ağlarda toplanan verilerin analiz edilmesiyle öncesinden bilinerek, bir anlamda halkların yönelim ağırlıklarının önceden bilinmesine olanak sağlayarak, tehdidi büyümeden tasfiye edilmesine yardımcı oluyor.

Dijitalde gerçekleşen hemen her şeyin takip edilebiliyor olması ve dijital teknoloji şirketlerinin büyük çoğunluğunun Amerika başta olmak üzere emperyal güçlerin sınırları içerisinde yönetilmesi, son otuz yılda iddia edilen katılımcılık, temsilde adalet söylemlerinin anlamsızlığını bizlere gösteriyor.

Özgürlük yapay ağların içerisinde mi?

Yaşadığımız zamanların bir çılgınlık zamanı olduğunu söylemek mümkün. Paylaşım çılgınlığı, akım çılgınlığı, okuma çılgınlığı, gösterme çılgınlığı ve daha nice çılgınlığın içerisinde yaşıyoruz. Ancak bu çılgınlık hali bir deliliği doğurmuyor ve delilik doğmayınca da bir devrim gerçekleşmiyor.

Dijital devrim olarak adlandırdığımız dönüşümlerin her birisi aslında temelde insanlığın en temel güdüsü olan savunma alanını beslemek ve güçlendirmek için kullanılıyor. Bugün kullanılan hemen hiçbir teknolojinin temel hedefi özgürlükçü bir ortam yaratmak değildir. Zira sermaye her zaman için kendisini koruyacak ve çoğunluğu denetleyecek kontrolü ister. Bununla birlikte de devletlerin en temel amacı sınırlarını dış etkenlere karşı korumaktır.

1989’da başlayan yönetişim tartışmaları ve öncesinde yaşanan liberal politikalara dönüş çalışmalarının temelde amacı çoğunluğu yönetime katmak yerine sermayenin bozulan yapısını güçlendirmek ve sermayeye faaliyet gösterebileceği daha geniş alanları açmaktan fazlası değildir. Sosyal ağların önemi de yine benzer şekilde, ulaşılamayan bölgelerde ne olup bittiğini ve neler düşünüldüğünü analiz etme fırsatı yakalamaktır.

Facebook’un “Cambridge Analityca”ya veri sağlaması, Meta şirketinin çeşitli konularda sansür uygulaması, Amerika merkezli teknoloji şirketlerinin çeşitli ülkelerde ürettikleri ürünler aracılığıyla istihbarat faaliyeti yürütmesi, Huawei’nin ithalatının yasaklanması aslında bir sürpriz değildir. Çünkü her araç temelde hizmet etmesi için üretildiği amaçlar etrafında kullanılmaktadır.

Burada teknoloji karşıtlığı akla gelebilir ve teknolojinin dışında bir dünya kurgulanması istenebilir. Ancak yapılması gereken karşıt olmak değil, teknoloji sistemi içerisine girmek ve hayal edilen dünyayı teknoloji aracılığıyla şekillendirmek için çalışmalara başlamaktan başkası değildir. Şüphe her daim gereklidir lakin şüpheyi bir hastalık haline getirmek olmayanları da olmuş gibi kabul etmeyi getirir ve bu da sağlıklı hareketi engeller.

Sistemin matematiği belliyken yapılması gereken bu matematik içerisine kendi formüllerinizi işlemek ve yeni formüllerle yeni bir matematik sistemi inşa etmekten başkası değildir.