Korkma, bize hiçbir şey olmayacak

Aliya İzetbegoviç
Aliya İzetbegoviç

İtalya’daki üstlerinden havalanan İngiliz hava kuvvetlerine bağlı uçaklar, Adriyatik semalarından geçerek Macaristan’daki hedeflerini bombalamaya gidiyordu. Bazen bu uçakların ağır bombalarını Bosna semalarına da boşalttığı oluyordu. İnsanlar korku ve endişe ile en yakın sığınaklara koşuyordu. Bombaların habercisi siren seslerinden rahatsız olmayan sadece iki kişi vardı: Aliya ve Halida.

Hayat, hiçbir zaman tek ve yalın bir çizgide ilerlemiyor. Yıllar önce bir ağabeyimin Bosna savaşına ilişkin şu cümleleri bunu epey güzel örnekliyor: “Ne zaman bir savaş bölgesine gitsem orada korkunç bir manzarayla karşılaşacağımı düşünüyorum.Fakat hiçbir zaman durum öyle olmuyor. Yani ne güzel ki hep daha iyi bir manzarayla karşılaşıyorum.”

Bunu fark etmek benim için de uzun sürmedi. İlk kez Bosna’ya gitmek üzere hazırlıklarımı tamamlayıp uçaktaki yerimi aldığımda zihnimde buraya dair daima yıkık dökük, yoksul ve dehşete kapılmış insanlar bulunduruyordum. Oysa şehre vardığımda durumun pek de öyle olmadığını fark ettim. Elbette bu, insanların yaşadıkları dehşeti ve acıyı küçümsemek ya da görmezden gelmek demek değildi. Sadece savaşın yaşamın bütün alanlarını tahrip etmediğini anlamak demekti. İnsanlar yaşamlarını sürdürmek için bir şekilde umuda, aşka veya inanca sarılmak zorundaydı ve öyle de oluyordu.

Hikâyesi; Bosna Hersek’in küçük bir köyünde başlamıştı. İki yaşına geldiğinde ailesi ile Saraybosna’ya göç etmiş; altı yaşında dini eğitimine yedi yaşında da ilköğretime başlamıştı.

Aliya da bu koşullar içinde dünyaya gelen bir çocuktu. Hikâyesi; Bosna Hersek’in küçük bir köyünde başlamıştı. İki yaşına geldiğinde ailesi ile Saraybosna’ya göç etmiş; altı yaşında dini eğitimine yedi yaşında da ilköğretime başlamıştı. Aliya’nın ailesinden aldığı terbiye onun hayatı boyunca tutunduğu tavırların da kaynağı olacaktı. 13 yaşına geldiğinde cemaatle namaz kılmaktan ayrıca keyif alıyor, camide büyükleriyle bol bol sohbet ediyordu. Ancak 14 yaşına doğru dini eğilimlerinden uzaklaşmıştı. Bunda Faşizmin ve Komünizmin etkisi büyüktü; zira 1939 ve sonrası bu görüşlerin yükselişte olduğu yıllardı. Üç yıl kadar farklı duygular içerisindeyken tam olarak İslam’a dönüş yaptı. Bundan sonraki süreçte İslam dini onun için sadece atalarından öğrendiği bir miras değil, aynı zamanda her yönüyle keşfettiği bir inanç sistemiydi. Bu doğrultuda Genç Müslümanlar Teşkilatına katıldı. 1939’da kurulan bu teşkilatta, Muhammed Abduh ve Reşit Rıza gibi ideologların etkisi büyüktü. Böylece hem İslami ilimler hem de Batı felsefesine ait bütün kaynak eserleri okumaya başladı.

Dünya görüşü bu şekilde şekillenirken lise yıllarında bir kızla tanıştı. Adı: Halida. Aliya, kelimenin tam anlamıyla âşık olmuştu. Elbette bu aşk karşılıksız değildi. İki gencin birbiriyle görüşmeye başladığı yıllarda İkinci Dünya Savaşı da yaşanmaktaydı. İtalya’daki üstlerinden havalanan İngiliz hava kuvvetlerine bağlı uçaklar, Adriyatik semalarından geçerek Macaristan’daki hedeflerini bombalamaya gidiyordu. Ve rota Saraybosna üzerinden geçiyordu. Bazen bu uçakların ağır bombalarını Bosna semalarına da boşalttığı oluyordu.

Saraybosna’da atılan bombaların habercisi siren seslerinden rahatsız olmayan sadece iki kişi vardı: Aliya ve Halida.
Saraybosna’da atılan bombaların habercisi siren seslerinden rahatsız olmayan sadece iki kişi vardı: Aliya ve Halida.

Bu durumda panik olan insanlar korku ve endişe ile en yakın sığınaklara koşuyordu. Aliya ve Halida ise böyle zamanlarda baş başa kalmayı fırsat bilerek parklarda oturuyor, uzunca yürüyüşler yapıyor ve sohbetler ediyordu. Yani Saraybosna’da atılan bombaların habercisi siren seslerinden rahatsız olmayan sadece iki kişi vardı: Aliya ve Halida.

  • Bu ikilinin ilk talihsiz ayrılığı, Yugoslavya Federal Cumhuriyetinin kuruluşundan bir yıl sonra yani 1946’da gerçekleşmişti. 14 kişilik Genç Müslüman Teşkilatı üyelerinden biri olan Aliya hapse girmiş; ancak sevgililerin görüşmeleri burada da devam etmişti.

Ne acıydı ki takvimler 1949’u gösterdiğinde, dört Genç Müslüman Teşkilatı üyesi idam edilmişti. Bu oldukça sarsıcı bir gelişmeydi. Öyle ki ölenlerin en büyüğü 27, en küçüğü ise 20 yaşındaydı. İdam edilenlerde biri de Aliya hapse düştüğünde onun görevine getirilmişti. Yani bir bakıma, hapishane Aliya’nın hayatını kurtarmıştı. Bu acı olaydan kısa bir süre sonra Aliya, hapishaneden çıkmış ve Halida’yla evlenmişti.

Üniversite çağı geldiğinde Aliya hukuk okumak ister. Fakat sabıkalı birinin avukat olamayacağı düşüncesi onu ziraat fakültesine yöneltir. Elbette bu karar onu hiç memnun etmez. Üçüncü sınıfa geldiğinde hukuk okumak ister. İki sene içinde de mezun olur. Yaklaşık on yıl Karadağ’da farklı şirketlerde çalışır ve 1964’te Bosna’ya geri döner. Burada hukuk danışmanlığı yapar. Döndükten sonra bir taraftan da İslamiyet hakkında pek çok yazı yazar; ancak önemli bir kısmını yayınlanmaz. 1970’te bu yazılarını bir araya getirerek İslam Deklarasyonu kitabını çıkarır. Aradan on yıl geçtikten sonra İslamın Doğu ve Batısı arasındaki özel konumundan bahseder.

“İslam Deklarasyon”u kitabını yazmasının ardından on yıl sonra-Tito’nun ölümünden üç yıl sonra-on iki kişilik bir polis ekibi evini basar. Sorgusuz sualsiz bir şekilde dört ay kadar hücrede kalır. Neyle suçlandığını ilk kez, mahkemede savcının iddiasıyla öğrenir: “Rejim değiştirme suçu”Buna verdiği yanıt ise dikkat çekicidir:“Yugoslavya hükümetindense Yugoslavya’yı çok severim. Fakat özgürlüğümü daha çok severim.” Bunun üzerine kendisine On dört yıl hapis cezası verilir. İçerideki yılları ise oldukça zordur. Sevdiklerinden, eşinden ve çocuklarından ayrıdır. Büyük aşkı Halida’yla mektuplaşmalarına kaldıkları yerden devam ederler. Halida’ya kader mahkûmu hayat arkadaşının vaat ettiği şey mutlu ve özgür bir gelecektir.

Halida’ya kader mahkûmu hayat arkadaşının vaat ettiği şey mutlu ve özgür bir gelecektir.
Halida’ya kader mahkûmu hayat arkadaşının vaat ettiği şey mutlu ve özgür bir gelecektir.

İşte bu özgür gelecek 1988’de serbest bırakılmasıyla yeniden devam eder. Bu dönemler Yugoslavya’da demokratik bir süreç başlamış olur. Bu ortamda, SDA partisi yani Demokratik Eylem Partisi kurulur. Başkanı da Aliya’dır. İlk seçimlerde galibiyetini ilan eden Aliya, ülkenin cumhurbaşkanı olur. Fakat Bosna Sırpları ve Hırvatları, ülkelerinin birer uzantısı olarak sistemin işleyişini felç eder. Bu süreç, aynı zamanda korku dolu günlerin de habercisi olur. Bosnalı Sırp lider Karaciç’in Parlamento’da Müslümanları yok etmekle tehdit etmesi üzerine: “Bizi yok etmekle tehdit ediyorlar, ama bilsinler ki Müslümanlar yok olmayacaktır.” cevabını verir.

Bosna’nın bağımsız bir devlet olma girişimini başlatan Aliya, buna bütün baskılara rağmen gerçekleştirdiği referandumla yüzde 66 katılımla yüzde 99 oy alır.

Sırpların Boşnakların yoğunluklu olduğu bölgelerin önemli bir kısmını işgal ederek başlattığı süreç, etnik temizlik hareketleriyle devam eder. Aliya, bu durumdan kurtulmak ve destek bulabilmek için Lizbon’da birtakım görüşmeler yapar. Fakat Saraybosna havaalanına döndüğünde, zorla alıkonulur. Bağımsız bir ülke cumhurbaşkanının rehin alındığı haberi garip bir tesadüf üzerine tüm Bosna’da duyurulur. Rehin alındıktan sonra odalarını yanlışlıkla arayan bir kadına “Ben Bosna Cumhurbaşkanı Aliya” der. Telefon kapanır, sonra bir daha çalar. Arayan bu kez Saraybosna televizyonudur. Böylece canlı yayında Bosnalılar ve tüm dünya bu durumu öğrenir. Boşnaklar misilleme yaparak, Sırp bir generali rehin alırlar. Bu da onların pazarlık gücünü artırır ve takas imkânı ortaya çıkar.

Aradan 12 yıl geçtikten sonra, defalarca ölümden dönen Aliya’nın sağlık sorunları vardır. Durumu ise kritiktir. Zaten yeterince uzun yaşadığını düşünmektedir. Fakat bir anı hayatının her anında aklından hiç çıkmaz: O da İkinci Dünya Savaşında Halida ile sokaklarda yahut parklarda dolaşırken birbirlerine söyledikleri şu anlamlı sözdür: “Korkma, bize hiçbir şey olmayacak.”