Kendi'ni kurmanın imkânı

Seçkin ruhlar, başka'sından korkmaz, onunla kendini şekillendirir, sonra tutkuyla tasarladığı yaşamın keyfi çıkarır.
Seçkin ruhlar, başka'sından korkmaz, onunla kendini şekillendirir, sonra tutkuyla tasarladığı yaşamın keyfi çıkarır.

İnsan kendinden uzaklaştıkça kendi'ni daha çok kurar. Mesele başka'sından kaçma, uzaklaşma ya da ona düşmanlık etme değil, asıl sorun beklentiler karşısında kişinin takındığı tavır. Herkes, her kurum bireyden bir şeyler bekler. Kimisi iyi vatandaş, kimisi iyi dindar, kimisi iyi aile babası, iyi personel olmasını ister. Rolünü oynadığı müddetçe beklentilerin karşısında duran kişi kendiliğini en fazla gösterendir.

İnsanın kendine ait tek varoluş göstergesi, nidası, dünyaya gelir gelmez attığı çığlıktır. O çığlık bile dünyasaldır fakat "insan" etkisi bulunmadığı için kendiliğinden zuhur eder. Doğduktan sonraki tüm davranışları başka'sının tesiriyle şekillenir, otantik kendiliği yerini başka'sının tutumlarından süzdüğü kendiliğe bırakır. Bebeğin aynaya baktığı ilk anda karşısındaki kendi değil "başkası"dır; o başka'sı sonra yavaş yavaş kendiliğe dönüşür. Lacan'ın simgesel alanı tarif ederken başvurduğu bebek ve ayna simgeselliği insanların kendi olma süreçlerinin ölüme kadar devam ettiğini, her gün, zaman içinde yepyeni aynaların karşısına çıktığını da anlatır. Kişi esasında başka'sıyla ve aynalarla yaşar, kendini tanır, inşa eder. Aile, devlet, din, okul, iş hep bir çevreden yani aslında aynadan müteşekkildir. İnsan kendi'ni bulmak için başka'larıyla etkileşime geçmek mecburiyetindedir. İş aynası, iş hayatındaki patron ve çalışma arkadaşları onu kendi'ne yönlendirir. Ya onlar gibi olma ya da olmama, nefret edip kaçma içindedir kişi. Onlara bakarak kendi'nin kurar. İş çevresi, kendi çalışma hayatı fikriyatını belirler; nefret ettiği gibi olmayan beğendiğinin tutumlarından örülen bir düzen fikri oluşur zihninde.

KENDİNE BİR KENDİ SEÇ!

Bilinç, başka'sıyla bilmeye başlar, ilişkisellik arttıkça iradeye dönüşür; kendi'lik bu tecrübelerin iradi halidir. İrade eylediği zaman kendi gösterilmiş olur. Kişi iyi bir ebeveyn olma bilgisi, tecrübesi, verili-yüklenmiş ilkeleriyle doğmaz, önce kendi ailesi sonra başka'larının ailesinden gördükleriyle "kendi ailesi"ni kurar, aile şuuruna varır. İnsanın kendi olması için önce kendine bir kendi'lik seçip beğenmesi gerekir. Kimse ilişkilerle belirginleşen varoluş evreninde yani dünyada nihai bir kendi'yi belirleyemez. Çünkü dünya sürekli yenilenir, değişir, olaylar, kişiler, kadrolar, anlayışlar farklılaşır. Varlık kendini göstermede duraksamaz, oluş hâli kesintiye uğramaz, başka'sı yerinde durmaz, kendilik de sabit kalmaz. İnsan kendini bile zaman zaman tanıyamaz; olguların, olayların icbar ettiği varoluş biçimi yenilenir sürekli. Çünkü oluş, varolma tamamlanmış bir süreç değildir; süreçte bir nihayet yoktur. Her gün yeni bir "şey" olurken kendilik de yerinde duramaz. Bu iç görüyü, kendilik aşamalarını en iyi kişinin kendisi bilebilir, takip edebilir. Çünkü kendilik tercihlerle gösterilse bile içseldir; bazen insanlar inanmadıklarını, istemediklerini yaparlar, "kendi" yapılanla düşünülen arasındaki gerilimdedir.

KENDİ'Yİ BİLMEK Mİ KURMAK MI?

İnsan kendi'liğin ne olduğunu bilemez, farkındalığını artırmak için kendini arar, düşünen varlık olmanın sonucu, kendi'nin farkına varır, buna ben diyebilir, bilinci önce başka'sını bilir, sonra özbilinci gelişip kendi'ni bilebilir. İnsan, insansız bir sahayı kolay kolay anlayamaz, tecrübe edemez. Tavır almadan kişi şuuru işletemez, bilinç ilişkisellikle işlev kazanır, ilişki nesneler ve şeylerle değil kendinin bilincinde olanlarla kurulur, insan ilişkinin kendisidir. Dolayısıyla kendini bil-bul çıkışları sabit bir kendi'lik ihtiva etmediği için geçersizdir; insan kendini bulamaz, sürekli dönüşen bir şey bulunamaz, kendini bilemez de bu yüzden ama kendiliğinin farkına varabilir, ona ihtimam gösterebilir. Kendimizi bilemeyiz, kendimizi bulamayız ama kendiliğimizle meşgul olabiliriz; başka'sını bilebilir, başka'yı bulabilir meşguliyetimizi ihtimama dönüştürebilir, kendi'yi inşa edebileceğimiz zannını büyütebiliriz.

Dinamik varoluş ile statik özcülüğün bir diğer karşılaşma alanı olarak kendilik meselesi gün geçtikçe daha fazla gündeme geliyor. Moderniteden sonra yabancılaşmayla beraber insanın ne olduğu, kendiliği konusu daha fazla düşüncenin ve psikolojinin alanına girer, gelenekselden arınır, Kartezyen düşünme ilerlerken bu sefer özne, kendinin inşası, özellikle dünya savaşlarıyla beraber de varoluşçulukla kendiliği kurma fikri gelişmiştir. İstemek... Belki de modernite sonrası öznenin düşünme ile birlikte giriştiği en ciddi faaliyet. İsteme kendi olmanın adımı, fakat bir şeyden bağımsız isteme olmaz, zihne "doğmayan" varolmayan istenemez. Bu da veriliyi yani ilişkiselliği gerektirir. Evren, varoluş isteme üzerinde yürür; varlık varlığını sürdürmek ister, özsürdürme için varlık tercih ettiğini kendi'liğine eklemler. Varlığını devam ettirme, sürekli etrafını inşa etmeyi, yenilemeyi, güncelleştirmeyi getirir. İnsan, çevresini belirleyen, çevresince belirlenen varlıktır. İnsan çevresini belli şartlar içinde seçemez fakat kendiliğini kurdukça, başka'yla ilişkisini karşılıklılık içinde tuttukça kendi'liğine katkılarda bulunur.

İnsan kendilik teknolojisidir; kendi kendini üreten, düzenleyen özgerçekleştirime sahiptir; bilinç ve şuur vicdanla ortaklığa giderek dünya-sallıkla kendi imalatını geliştirir. Kendin ol, kendini bil demek yerine kendini seç demeli insanoğlu. Çünkü insanın bir töz olarak kendiliği bulunmaz. Eğer her insanda bulunan belirli nitelikler kendilik hanesine kaydediliyorsa o zaman bir örnek insan-lıktan bahsederdik. Hâlbuki kendini bil derken biricikliğe vurgu yapıyoruz. Kendi için varlık töz değildir, kendi varoluşunu sürekli yenileyen, yeniden yapan, inşa eden özgür öznedir. Bu varoluş aynı zamanda kendiliği teşekkül ettirir, zira kendilik sabit ve töz değil dinamik değişkendir. Töz kimseye ihtiyacı olmadan varlığını sürdürebilendir, hâlbuki insan, kendilik ancak ilişkisellikle, bir başka'sıyla mümkündür.

TERCİHLER VE BEKLENTİLER ARASINDA KENDİLİK

İnsan etik eylemlerle kendiliğini inşa edebilir. Tercihlerimiz kendiliğimizdir. Sorumluluğunun farkında olan, eylemleri başka'larının, dış tesirlerin olabildiğince haricinde gerçekleştirebilen, karar alabilen, seçme özgürlüğünün dışında kendiliğine özgü gündeliği mümkün olduğunca çok yaşayabilen, amaç ve hedef ittihaz ettirip bu yönde irade geliştiren, eylemde bulunan kendiliğini koyultabilir. İnsan edilgen varlık olamaz, fıtratı etkinliğe ayarlıdır. İradesinin, bilincinin, eyleminin sınırları kategorik indirgemeciliğin ötesine geçer. Ütopya da distopya da insan zihnine, bilince indiğinde gerçekleşecek zemini bulmuş demektir. Şuurda canlanan, var olan sahasına inmese de aklın uyandırdığı dünyaya inebilecek potansiyeli barındırır. Kendilik bilkuvvedir, insan ihtiyaçlarına uygun kendiliği tercih edebilir. İnsanlar kolaya mütemayildir; varoluşu çıkarına doğru akar. Kendilik benliğin aleyhine bile olsa bir kararı, bir tercihi "seçilmesi gerektiği için" seçendir.

İşaret edilen, kişisel fayda, kısa vadeli çözüm, maddi külfet gibi alternatiflerin, şahsî ya da umumî çıkarın dışında seçilmesi gerekeni seçmek kendilik için atılmış bir çentiktir. Kendini bil, en çok potansiyelinin farkında olma manasına gelir. Bilkuvve varlığının bilincindeki özne kendiliğiyle bunu açığa çıkarabilir; her insanda bir yapabilme, üretme, alet geliştirme potansiyeli bulunur. Varoluş bunları belirginleştirmeyi gerektirir, neler yapabileceğini bilen kendiliğinin en çok farkında olandır. İnsan kendi yaşamını güzelleştirmek, sürdürmek için yaşar; başka'larına iyilik bir yere kadar varoluşu harekete geçirir. Esasında dünyadaki her şey, şahsı dışındakiler, toplum, aile, devlet... kişinin kendinden uzaklaşması için vardır. İnsan kendinden uzaklaştıkça kendi'ni daha çok kurar. Mesele başka'sından kaçma, uzaklaşma ya da ona düşmanlık etme değil, asıl sorun beklentiler karşısında kişinin takındığı tavır. Herkes, her kurum bireyden bir şeyler bekler. Kimisi iyi vatandaş, kimisi iyi dindar, kimisi iyi aile babası, iyi personel olmasını ister. Rolünü oynadığı müddetçe beklentilerin karşısında duran kişi kendiliğini en fazla gösterendir.

Hem aleyhine bile olsa olması gerekeni yapma hem beklentilerin karşısında durma tutumundan olsa gerek Kant, ahlâkını "mümkün olanın en mükemmelini yap" ikazıyla geliştirir. Heidegger insanı yerine dasein'i tözselliğin değil varoluşun bulunması nedeniyle kullanır. Bilinç, töz, doğa felsefe tarihinde fazlasıyla yıpratıldığı için geçmişin önünde bir imkân olarak insan varoluşu "zaman içinde" kendiliğine yaklaşabilir. Varlıkken insan olma, insanken varlık hâline dönüşme, kendiliğin imkânlarından yararlanabilme dünyadaki ilişkilerimizle bir yere oturur.

SEÇKİN KENDİLİĞİN TASARIMI

Üzerine konuşabildiğimiz, düşünebildiğimiz, ağırlık verdiğimiz, ihtimam gösterdiğimiz her şey aslında kurucu bir başka'yı anlatır; öteki sadece düşman, muhalif ya da tehdit biçimde kodlanamaz. Doğrunun, gerçeğin varoluş hâli benliği etkiler bu kısmen olumsuz da olabilir ama iyinin bulaşıcılığı kendi'ye sempatik gelir. Bu sempati kişinin eylemlerinde itici gücü oluşturur, durağan benlik, bilincin uyuşukluğunun farkında olmayabilir, onu atağa çıkaracak bir katalizör gerekir. Kendilik korkusu, kendilik kaçgınlığı, kendilik kaygısı aslında çoğu kişiyi insan kılmaktan uzaklaştıran pasifizmin sonucudur; başka'yı izleyip oradan bir inşa gerçekleştirmek her tinin altından kalkabileceği bir eylem olamaz. İnsanlar kolaya meyyal olduğundan, kendiliğe en çok yüce ruhlar, büyük hedef ittihaz ettirenler, kendiliğini kıskanç bir itkiyle savunanlar gerçekleştirir. Yeni varlık, yeni toplum, yeni birey demektir; fakat insanlar çoğu zamanın ruhunu içselleştirmede, başka'ya hemen iltica etmede mahir davranır.

Başka üzerinden kendini, yaşamı, insanı organize etmektense, ötekinin kendiliğine dirençsiz ilgi göstermeyi tercih eder sıradan varoluşlar. Varoluşçular, "kendi yaşamını yaşamayı seçme ve kendi değerlerinin yaratıcılığını üstlenmeyi" öne çekse de iradesi kuvvetli, kendilik tercihlerinin sonuçlarına katlanabilecek, ürettiği değerlerin arkasında sonuna kadar durabilecek dirayetli özneler aktif bir varoluş içine girebilir. Yüce ruhlar, seçkin bilinçler, yaşadıklarını kendilik olarak görmezler tam tersine kurdukları kendiliği hayata monte etmeye çalışırlar. Kendilik başka'nın vasıtasıyla kendini kurduktan sonra kendi başına var olmayı, etrafı dizayn etmeyi, çevreyi inşa etmeyi gerektirir. Kendilik cesareti, başka'sını imhadan değil ötekiyle beslenmekten başlar, sonra başka'yı dizayn etmeye gider. Seçkin ruhlar, başka'sından korkmaz, onunla kendini şekillendirir, sonra tutkuyla tasarladığı yaşamın keyfi çıkarır.