‘Gizli bir yapi taşindan ders okudum ben’

Sezai Karakoç’un göreceli, İslamcı, muhafazakâr hatta milliyetçi izler çevresi, şair, şiir ve buna bağlı estetik tutumlardan ve yaratıcılıklardan öte ideolojik kalıplarla meşguldür.
Sezai Karakoç’un göreceli, İslamcı, muhafazakâr hatta milliyetçi izler çevresi, şair, şiir ve buna bağlı estetik tutumlardan ve yaratıcılıklardan öte ideolojik kalıplarla meşguldür.

Asaf Halet Çelebi, Ziya Osman Saba gibi saf şairler daha bir yaklaşırlar mistik ve manevi aleme fakat Karakoç’un üst duyarlığı, kültür ve insanı mesele ettiği noktalar bakımından iyiden ayrışırlar. Karakoç yaşayarak yaklaşır bu katmanlara.

Metafizik, sır, fizikötesi, gelenek, inanç, spiritüalizm, maneviyat gibi kavramlar sıklıkla ilişkilendirilir Sezai Karakoç ve şiiri ile. Şiir söz konusu olduğunda hele modern şairin zaman zaman yokladığı fakat Karakoç çapında irtifa kazanamadığı bu alanlara Necip Fazıl da dahildir. Asaf Halet Çelebi, Ziya Osman Saba gibi saf şairler daha bir yaklaşırlar mistik ve manevi aleme fakat Karakoç’un üst duyarlığı, kültür ve insanı mesele ettiği noktalar bakımından iyiden ayrışırlar. Karakoç yaşayarak yaklaşır bu katmanlara. Diğerlerinde sezişler öne çıkar. Yer yer Hilmi Yavuz’un dahil olduğu gelenek sahasında ise Yavuz inançla dolayımlı irtibatı sebebiyle başka sayfada kalır. Fert olarak Karakoç içten ve samimi bir metafizik duyuş içindedir. Dini hem yaşar hem duyar. Din salt güncel bir pratik olmanın ötesinde en arkaik olanla en çağdaş olanın birlikte aktığı manevi bir kaynaktır. Şahsında insan adına insan için yaşar adeta. Şiir için aradığı bir atmosfer olmayıp bizzat içinde bulunduğu atmosferden şiire çıktığı yerdir metafizik. Lakin, düşünce adamı olma önceliği (belki takıntısı) şiire karşı davranışında tuhaf gevşeklikler içerir. Sanki bile isteye şairliği ve şiiri yanda tutar. Yüz vermez. Dava adamı olarak kabul görmeyi önceler. Belki de Mehmet Akif ve Necip Fazıl’ın bu yönde yarattığı basıncın etkisi yanında şairlik formunun batılı ve kentli gustosuna mesafeli durur. Şiir kentli elitin personasında kendisine özgü bir sosyeteyi/sosyalliği de içerir. Her ne kadar ‘parasız yatılılar’ şiire ayak değiştirirken şairin sosyolojik katmanını da temelden sarsmış olsalar bile Edip Cansever ile Alev Ebüzziya örneğine yaklaşır şiir/şair sosyalliğine yaklaşamazlar. Turgut Uyar başka bir elit yazar Tomris Uyar’la sakin kalırken Cemal Süreya sonradan gelen şöhretinin aksine kiracı sıfatıyla o sokaktan bu eve taşınıp durur. Sezai Karakoç’un göreceli, İslamcı, muhafazakâr hatta milliyetçi izler çevresi, şair, şiir ve buna bağlı estetik tutumlardan ve yaratıcılıklardan öte ideolojik kalıplarla meşguldür. Kalıplar şair üzerinde de kırıcı etki gösterir.

Uzun ve modern katmanlı Köpük şiiri ve sonrasında gelen Hızırla Kırk Saat birer son çıkış rampası gibidir şair adına. Karakoç’un elinde sadece şiirin maneviyatını değil şairin sosyal statüsünü de sarsacak imkanlar vardır fakat ideolojik çark kadar onun şiir yönünden azalan inancı bu fırsatı yakar. Ece Ayhan ve Cemal Süreya’nın devrin etkin edebiyat mahfillerinde (gazete ve dergiler dahil) ısrarlı hatırlatışları vesilesiyle Karakoç izler çevrede kabul konumu kazanırken kanonik çevrede yok sayılma psikolojisinin dışında kalır. Şairin ömrünün sonuna doğru ise kitlesel sahiplenişin çeperinde şiir, sanat ve yüksek düşünce değil ikon ihtiyacı yatar. Kitlesel iktidar siyasi erkin onayıyla cilalanınca Karakoç pasif bir ikona dönüştürülür. Şair ise o bilindik mizacının aksine kamuya açık bir ret geliştirmez.

Kitap sayfası hacmiyle şimdilik yedi yüz sayfalık bir şiir veriminden bahsediyoruz. Lakin kitaplarına girmemiş (Ey Yahudi vb.) şiirleri yanında muhtemelen çok sürprizli, kağıtlarda, defterlerde, dergi ve gazete sayfalarında kalmış şiirleri var Karakoç’un. Bu modern şairin ortalama veriminin üstündedir ve dahası Sezai Karakoç belki de çağdaşları içinde şiir içinde sıklıkla şiirden konuşan şair görüntüsündedir. Bunu şiirle yaşadığı gelgite bağlıyorum ben. Mizaç ve iç akış şiire doğru çalışırken gündem pratiği düşünceye, ideolojik önceliğe ayarlanır. Metafizik, fizikötesi, maneviyat, sır gibi kavramların şiirsellikleri ise bu öncelikten ayrışma dereceleriyle belirlenir.

Sezai Karakoç’un şiirsel hızı destansı olanın söylemsel aralığında yol alırken bazen kontrol dışı inanılmaz patlamalar sergiler. Söylenilmek istenilenin söylem niyet ve kipinin parantezine sıkıştığı yerlerde şair adeta estetik bir refleksle şiire tutunur. Bu bağlamda, Taha’nın Kitabı’ndaki Şiir bölümü açık veriler içerir. Bir nefes alma, dinlenme, soluklanma hali gibi görünse de şiirin kendi manevi hakkını şaire karşı fakat şair eliyle savunması diye yorumluyorum ben bu çıkışı. ‘Evet yine de şiirdir beni ara sıra dinlendiren/ Acıma aralıklar verdiren/ Ufuklardan ufuklara taşıyarak kelimeleri’ diye başlar bu ara bölüm. Kitabın bütünü göz önüne alındığında böylesi sapış sahneleri hissedilir fakat özellikle bu bölüm tematik yapıyı da taşırarak bambaşka bir renge bürünür.

Karakoç tuhaf bir şekilde şiiri işlevsizliğe, kadre şifa olmamaya indirmeye çalışsa da içinden sızan bir kontrol dürtüsüyle, çizdiği şey, şiir olduğu için geri teper ve bambaşka bir başarı sergiler. Onu insanın içindeki zindanların mahkûmu, esrar üstüne esrar içen bir katil veya hırsız, yetmedi bir kadından bir kadına uçan kuş (ne cins bir kuş) diye tarif edip soyutlamanın mantığını daha ileri götürüp 2. Yeni refleksiyle; ‘içimizden fırlayan kömür tebeşirlerde / Çürüyen ayakları en düz yerde / Yağmuru sızdıran kırık bir kiremit gibi / Her vakit ve hele kış günleri / İçimize uygun bir çatı değildir’ der. Nedir insanın içinden fırlayan kömür tebeşir, düz yerde ayakları nasıl çürür, çözmek mümkün değildir fakat şiirsel duyuruş yüksek olduğu için anlamın müphemiyeti gücünü kendi aralığında tartmayı/tutmayı başarır.

İnsan kahrolmaktadır, doğru. Çağın mengenesi onu sıktıkça sıkmaktadır. Fakat, sinematografinin gözüyle bakınca, şiirsel döngü kendi altın tozunu çıkarır, bu atmosferde insanın etrafında Camus’nün Vaba’sında olduğu gibi, ‘Dönerken çevresinde fareler fareler fareler / Sararmış kağıttır şiir bile / Unutulmuş bir hol lambası gibi / Yanar söner söner yanar yanar söner’… O unutulmuş hol lambası ki evi buldurur insana ve dışarıdan yaşam belirtisi duygusu verir. Ve şiirin hepten yitip gitmeyişi, şairin başta hevesle dile getirdiği ‘ evet yine de şiirdir beni ara sıra dinlendiren / Acıma aralıklar verdiren’ şey dediği düşüncenin metafizik kökü, şiir sanatına bağlanır ve Karakoç şiirine karakter katan ‘Gizli bir yapı taşından ders okudum ben’ şey dediği, metafizik duyuşa çıkar. Ama şiir sayesinde, olumsuzlanan şiir yoluyla. Karakoç’un yapıldığı yerler kadar yıkıldığı yerler de şiirde düğümlenir.

Söylenilmek istenilenin söylem niyet ve kipinin parantezine sıkıştığı yerlerde şair adeta estetik bir refleksle şiire tutunur.
Söylenilmek istenilenin söylem niyet ve kipinin parantezine sıkıştığı yerlerde şair adeta estetik bir refleksle şiire tutunur.