Derginin de ruhu vardır

En az okuyan dahi ömrünün bir yerinde dergilere denk gelmemiştir diyebilir miyiz?
En az okuyan dahi ömrünün bir yerinde dergilere denk gelmemiştir diyebilir miyiz?

Dergiler toplumların yaşam biçimlerini yansıttığı kadar onların yaşam biçimlerini, siyasal koşullarını, düşünce dünyalarını inşa ediyor. Bilim, edebiyat, sanat, düşünce, akademi, müzik, kadın, moda, magazin, aile, ekonomi, çocuk derken hayatın tüm ilgi ve bilgi alanlarına yayılan çeşitli konularda çıkartılıyor dergiler. Batıda 17. yy’a memleketimizde 19. yy’a dayanıyor tanışıklığımız. Dergi çıkarmak bir yandan prestij iken bir yandan da bir derdi ortaya koyuyor. Bilgiyi kalıcılaştırma ve o bilgi yumağını karmaşadan sıyırarak anlamlı bir bütün haline getirmeyi gerektiren donanım, topluma hitap edebilmek, mesaj iletebilmek ve nihayetinde kendini var edebilmek bahsettiğimiz derttir aslında.

Geleneksel yöntemlerle basılmış dergilerin ne zahmetli aşamalardan geçtiğini hatırlayacak olursak düşünceden yazıma giden süreçteki sancının aslında yazmaktan basmaya geçerken de misliyle yaşandığı zamanlardır. Bu nedenle daha az, daha kıymetliydi. Zira imkânlar az olduğundan en anlamlısını, en önemlisini, kalıcı olması gerekeni söylemek gerekiyordu. Şimdilerde yaşatılması için zorlukların olduğunu kabul etsek de su götürmez biçimde dergiciliğin kolaylaştığını söylemek mümkün. Dergi basmak kolay fakat fikir üretimindeki zenginliğimizi burada da yaşatmayı da aynı derece önemsemeden dergileri yaşatmanın anlamını kaybedeceğiz.

Genellikle düşünsel nitelikli yazıların yer aldığı, belirli aralıklarla çıkarılan yayım aracı olarak tanımlanabilen dergi okuyucusuyla ve mesajıyla bir ruhtur. Ruhu olan bu dergiyi muhatabını ele alış biçimiyle de yazıyı görünür kılışıyla da tanımlayabiliriz. En az okuyan dahi ömrünün bir yerinde dergilere denk gelmemiştir diyebilir miyiz? Hangimiz bir çocuk dergisine göz atmadık, bilim meraklısı olup uzayı, kimyayı dergilerde kurcalamadık; bir yerlerde yemek tarifi okuyup, belki şiirle, hikâyeyle dergiler sayesinde tanışmadık.

Tanzimat ile başlayan dergicilik serüvenimizde üstatların yazma mücadelesi olmasaydı nasıl bir dönem inşa edilirdi diye düşünürüm bazen. Fikirleri ölmüş, susturulmuş hatta söyleyecek sözü kalmamış bir toplumun yaşam için ihtiyaç duyduğu temel kaynakları tükenmiş sayılır. Yüzyıllık medeniyetin mirasçıları olarak yazmak ve düne, bugüne, yarına dair bir şeyler söylemek en çok bize yaraşır.

Bir dergi alırsınız elinize, bir sayfa açar ve mutlaka anlamlı bir söz okursunuz… Dergiciliğin özünü korumuş bir derginin söylediğim gibi bir derdi vardır çünkü. Gelin bu veçheden bakalım aslında dergicilik nedir? Dergicilik yalnızca bir metaya döndürüldüğünde kâr getirici araçlardan görünebilir. Reklamlar ve popüler konulara hapsedildiğinde basılı bir yayınınız olur ancak ruhu yoktur. Necip Fazıl’ın, Sezai Karakoç’un dergisinde okuduğumuz bir yazısında dert vardır fakat kâr yoktur, aynı ruhu iyi bir kitapta da buluruz. Çünkü bir birikimin damlalarındandır. Bir geleneğin devam adımlarıdır. Bunu yalnızca edebiyatla sınırlamayın. Bilimde de sanatta da izde de sözde de bağlamını koruyabilen, yarına da sözü olan dergilerin asıl dergicilik olduğunu söylemeden edemeyeceğim.

Dünden yarına hitap edebilen derginin zihnimizde bir harita çizdiğini hayal ederim. O haritanın dalları ve budakları vardır. Her yeni yazım bir dalda yeni bir ummandır. Dünden aldığı rengi bugünle boyar ve yarına taşır. O nedenle kısa ömürlü değildir sözleri. Bugüne hitap ettiği için bundan otuz sene sonra okuduğunda yalnızca bir anı mahiyeti taşımaz. Her biri derlendiğinde ortaya binlerce yıllık bir an çıkar. Dönemin hâkim güçlerinin haberleşme aracı değildir bu söz. Bu söz bir medeniyeti büyütme gayretidir.

Nihayetinde varacağımız yer dergilerin ruhunun kapitalizm ve rant ile kirletilmeksizin düşünmeyi, tartışmayı ve var olmayı; her sayısında ve her okunuşunda yeniden ve ısrarla inşa etmesidir.