Bursa’da zaman, özlemek ve bazı şeyler...

özlemek  ve bazı şeyler
özlemek ve bazı şeyler

Dağların ihtişamı beni hep hayrette bırakmıştır. Eminim çokları için de durum böyle. Dağları gördüğümzaman gözlerim büyür, sesim incelir. Maşallah demekten alamam kendimi. İlk kez Toroslarıgördüğümde mesela, çok değil bir zaman önce, Tanrım bazıları buna gülebilir, coğrafya derslerinihatırlamış ve bir çocuk gibi, “a Toroslar, Toroslar” diye sevinmekten kendimi alamamıştım.

Şehrinde dağ olanlar bilirler. Bütün yürüyüşlerin bir dağa çarpar. Mevsim kışsa hele, yolun hep karlı dağlarla kesişir. Üşürsün.

Dağların ihtişamı beni hep hayrette bırakmıştır. Eminim çokları için de durum böyle. Dağları gördüğüm zaman gözlerim büyür, sesim incelir. Maşallah demekten alamam kendimi. İlk kez Torosları gördüğümde mesela, çok değil bir zaman önce, Tanrım bazıları buna gülebilir, coğrafya derslerini hatırlamış ve bir çocuk gibi, “a Toroslar, Toroslar” diye sevinmekten kendimi alamamıştım. İçime dolan genişliği, çocuk sevincini yine ancak akıp giden Toroslarla anlatabilirim.

Bununla beraber dağlar, bir dağ başı yalnızlığını da getiriyor insana.

Her daim hayrete düşüren, tefekkür ettiren dağlar, Bursa’da beni kuşatmışa benziyor. Hayret.

İçimden gelen şu sesi bastırmak ne mümkün: Buraya kapatıldın ve çıkamıyorsun. Bütün yürüyüşlerin bir dağa çarpıyor. Kaçış yok. Çıkış yok dağlardan.


Burada haklı bir ezberi tekrarlama ihtiyacı duyuyorum. Bursa güzeldir, sevilir, çok sevilir, yeşildir. Bunlar başka bir dünya. Bir zamanlar çocuktum, Bursa benim için özlenen bir sevgiliydi mesela. Bursa hep bir Leylaydı benim için. Ne fark eder.

İçimden gelen şu sesi bastırmak ne mümkün: Buraya kapatıldın ve çıkamıyorsun. Bütün yürüyüşlerin bir dağa çarpıyor. Kaçış yok. Çıkış yok dağlardan.

Sonsuz yalnızlığı vuruyor yüzüne dağlar. Bir dağ bir insan etmiyor… Görünce sevinmiş gibi yapıyorsun, ama… gibi deyince sevinmek değil burukluk oluyor adı.

Kapana kısıldım, çakıldım kaldım, dedirtiyor insana dağlar. Bunu birinden daha duydum.

Açık görüşe çıkmış gibi bir dağa doğru yürüyorsun. Bir tren geçiyor uzaktan. Haksızlık ettiğini bile bile söylüyorsun, Bursa büyük hapishane.

Böylece, yalnızlık ve özlemek üzerine düşünürken buluyorsun kendini. Birinin seni özledim, seni çok özledim, neredesin, nerelerdesin demesini arıyor kalbin.

Sonra hemen silkinip boş ver diyorsun kalbine, özlemek kaybettiğimiz bir haslet. Bu sefer kendine soruyorsun. Gerçekten özlediğin bir şey var mı, ha? Sen önce kendine bak.

Kendine bakıyorsun.

Kendini sadece yanındakileri özlerken buluyorsun. En çok yanındakileri özlüyorsun. Bir anne de böyledir. En çok bağrındaki yavrusunu özler mesela, hem de her an. Farkındadır akıp giden zamanın.

**

  • Bir sese muhtaç olsan da, bu sessizlikte özlediğin kim var, düşünüyorsun.
  • Bir şehir bir sokak bir insan kalbi.
  • Belki özlemenin kendisi oluyor her şey, özlemeyi özlüyorsun.

İçinde bulunduğumuz zaman, bizden özlemeyi alıp götürdü. Biliyorsun. Artık gerçekten fakiriz. Özlemeyi kaybettik. Yazık…

Uzaktakiler diye bir şey yok artık. İstesek her an ulaşabiliriz. Gitsem giderim, yanılgısı içindeyiz. Gidemiyoruz.

Arasam ararım, diyoruz, imkânım var. Bir anlık mesele sesini duymak. Aramıyoruz.

Hep bir aradayız. Twitter’da, Facebook’ta beğenilerimizle, ‘mention’larımızla; beni gör, ‘ben burdayım’larımızla hep bir aradayız. Büyük bir aileyiz. Birbirine yabancı büyük bir aile. Şeklen beraber, tek tek yalnız. Hayıflanmak için bize yeter.

Bu hâl içinde özlememek pek tabii. Ayrılamıyoruz ki kavuşalım.

Ayrılamadığımız için özleyemiyoruz. Sabah evden çıkan adam mesela. Evinden gitmiyor, evini sevgilisini telefonuyla beraber götürüyor cebinde. Kokusunu alamasa da -ki kokusuz da idare edebilir- kim farkındaki bunun.

Eskiden

Eskiden, çok eskiden bir camdan uğurlanan ve bir camda beklenen babalar, şimdi çok uzaktalar ve kaldıysalar da ne kadar azlar. Sabah akşam buluştuğumuz dostlarla bir süre sonra aslında hiçbir şey konuşamadığımız gerçeğini her bakan görebilir.

Eskiden insanlar birbirlerine ulaşamadıkları nispette daha sahici paylaşımlara sahipti. Yitirdiğimiz şey bu işte. Tebriklerimiz taziyelerimiz hepsi sanal ilerliyor.

Ayrılamadığımız için özleyemiyoruz. Sabah evden çıkan adam mesela. Evinden gitmiyor, evini sevgilisini telefonuyla beraber götürüyor cebinde.
Ayrılamadığımız için özleyemiyoruz. Sabah evden çıkan adam mesela. Evinden gitmiyor, evini sevgilisini telefonuyla beraber götürüyor cebinde.

İletişim çağındayız diyoruz, fakat iletişim değil, otobüs telefon uçak kamyon jet internet çağındayız. Ulaşım adına her türlü imkâna sahibiz, ama bu imkân bizi iyileştirmek şöyle dursun hasta ediyor. Bütün dünyayla güya iletişim halindeyiz, her şeyden haberimiz var, ama en yakınlarımızın derdinden bihaber, kayıtsız ve çözümsüzüz.

Hangi süreçte olursa olsun imkânların kısıtlı olması süreci bereketlendirir, marifeti artırır. Dostlukları dahi pekiştirir.

Sahteyle kuşatıldık. Dağlara razıyım.

İletişim çağındayız, ama yalnızlıktan kuruyoruz. Dağlar masum.

Acilde beli tutulan, selfie çekip paylaşan arkadaşıma, yapma etme demek faydasız. Beş bin kişiye ulaşan fotoğraf, paylaşım ve geçmiş olsunlar var, var da… İğne yapan, nabzını ölçen hemşire dışında elini tutan yok. Biliyorum.

Gripten kırılıp, kıvrılıp yatağımızda bir başına iyileşmeye çalışırken, bir nostalji için değil hakikaten bir tas çorbaya muhtaçken, kapımızı çalmayan komşularımız dostlarımız arkadaşlarımız adedince yüzümüze çarpıyor yalnızlığımız.

Komşu artık kapıyı tıklatıp salça istemiyor. Kapıcı var, market hemen şurada en kötü. İki dakka çocuğuma bak, demeye gerek yok, bakıcı var.

Ne için yaşıyoruz sahi? Şekersiz keklere benzemiyor mu hayatlarımız böyle?

Bizi gördüğünde aydınlanmayan yüzler, sarılmayan kollar adedince düşüyor suratımız. Ve hayat böylece, paylaşmadan, bir oyalanmaca içinde geçip gidiyor.

Aynı evde ayrı hayatlar yaşıyoruz. Instagram’da çocukları üzerinden var olmaya çalışanlar, kedileri peşinde koşturanlar, ağrısıyla imdat diyenler, bugün doğum günüm, doğum gününüm kutlu olsun, diyen herkes herkes ama herkes yani hepimiz. Hepimizi anlıyorum. Gerçekten neyi istediğimizi harbi unutuyoruz. Mühürlendik belki de. Allah korusun.

  • Sahteyle kuşatıldığımızı bir an için hatırlayıp çoğunlukla uzun zaman dilimlerinde unutuyoruz. Bin kez selfie çekip bir kere gerçekten sevilmeyince asılan suratların fersiz gözleri var. Gülen ağlayan yalan söyleyen fersiz gözler. Uzaylılar tarafından ele geçirilmiş fersiz gözler, insanı ele veriyor işte.

Mavi beyaz elbiseler, uçuşan etekler, pembe rujlar, hiçbiri gizleyemiyor.

Gözlerinin feri gitmiş güzelim. Gözlerin kış. Bahar nerede?

Bir Özlemek

Bir özlemek varsa nadirattan, görünce, sesini duyunca anlıyoruz. Bizde bu anların şok etkisi göstermesi, bir ağlama bir titreme hissi bırakması ne kadar normal. Kalp özlediğini hatırlıyor ve büyük yalnızlığını.

Meğersem özlemişiz. Meğer bütün o sanal yazışmalar, meğer hiçbiri beraber olmak değilmiş.

Karşımızda sıcak bir gülüş, dumanı süzülen salep, bir dalgınlık, masada gidip gelen bir nasihat, bir gülüşle kaldığımızda anlıyoruz, evet özlemişiz. Hemen kelimelere sarılıyoruz.

Meğersem özlemişiz. Meğer bütün o sanal yazışmalar, meğer hiçbiri beraber olmak değilmiş.
Meğersem özlemişiz. Meğer bütün o sanal yazışmalar, meğer hiçbiri beraber olmak değilmiş.

- Keşke daha önce yaşasaydık bu anı. Tüh.

- Evet. Ne kadar hafifledik.

- Keşke daha öce arasaydım. Özlemişim.

- Ben de. Ben de.

İşte o zaman, meğer hiç görüşemediğimizi kavrıyoruz. Aslında birbirimize ne kadar muhtacız.

Her şeye ulaşabilme rahatlığı ve kolaylığı yüzünden, birbirimize muhtaçlığımızı unutuyoruz. Herkes kendi kendine yeter gözüküyor. Çok güzel.

Peki, bizi birbirimize muhtaç kılan Yaratıcının muradı neydi acaba? Gerçekten neydi…