Bize bıçak işliyor artık

İnsan için aslolan, kendisinin kurban olmaya değer bir şey olup olmadığını tespit etmesidir. İnsanın kurban olma süreci öncelikle bu tespitle başlar. Halk arasında ‘yazık kendini kurban etti’ deriz bazı kimseler için. Mesela “ailesi için kendini kurban etti” derken bir övme payı çıkarırız. “Uyuşturucuya kendini kurban etti” derken bir eleştiri, sızlanma; bir yanlışlık vurgusu yaparız. Dolayısıyla kurban önce uğruna kurban olacağın şeyi seçmekle başlar. Yani ‘bıçağını seçmekle’ başlar. Biz, hangi bıçağı seçeceğimizi tespit edebilen insanlar haline gelirsek o bıçağın bizi kesmeme garantisi vardır.

Gelin hikâyeye dönelim. Eğer sen İsmail’sen ve boynunu bıçağa kayıtsız şartsız uzatma kabiliyetin varsa; seni kurban etmeye götüren de İbrahim’se ve seneler sonra hayata gelen biricik oğlunun boynuna bıçağı vurma konusunda hiç tereddüt etmiyorsan, o bıçak taşı keser, kayayı keser, ağacı keser ama bir türlü o boynu kesmez. Dolayısıyla bıçağın seçimini doğru yapmak, bıçağı hangi elin tutacağını doğru düşünmek, doğru tespit etmek ve bıçağı uzattığımız boynumuzun o bıçak tarafından kesilip kesilemeyeceğini iyi hesaplamak lazım.

Benim de adım İsmail ama bıçağın kesmesinden ölümüne korkuyorum yazmıştım bir seferinde. Çünkü bıçak -normal şartlarda kesen bıçak- insanın boğazını kesmeyecekse bu ancak kişinin dünyadaki duygusunu ve yerini tespitle mümkün olabilecek. İnsan bunu yapabilen bir canlı mı, değil. Artık insan her türlü bıçağa boynunu uzatan ve her türlü bıçak tarafından boynu kesilen bir varlık. Öyle bir noktaya geldik ki sosyal medya bıçağı bile insanların boynunu kesebiliyor. Ne sefalet.

Bu noktadan hareketle belki şunu da söylemek lazım, ömrümüzde bir bıçak koleksiyonu varmış da o koleksiyondan boynumuzu kesmeyecek bir bıçak seçiyormuşuz gibi hissettiriyor bize hayat. Ama her seferinde önümüzdeki bıçakların neredeyse tamamının boynumuzu kestiğini ya da kesme kabiliyeti olduğunu görüyoruz. Hatta iyi soğutulmuş bir tereyağında bıçağın kayması gibi boynumuzdan kayıverip gittiğini hissediyoruz günün sonunda.

Ve ne olduğunu anlayamadan kanaya kanaya ölüyoruz. Hayatımızın özeti bu. Ama o çarklardan sadece bir tanesi, çok keskin olmasına rağmen boynumuzu kesmeyecek. Ona içinde şüpheye yer bırakmayan ‘inanç bıçağı’ diyelim. İman bıçağı. Yani, bıçak böylelikle, yepyeni bir işlev kazanıyor ve kesmesiyle değil kesmemesiyle insanın sınavı geçmesini sağlıyor.

Hikâyeye dönelim. Derler ki; Hz. İbrâhim hayatı boyunca iki kez o büyük sınavı atlattı. Birinde ateşe doğru uçarken Cebrail geldi ve senin için yapabileceğim bir şey var mı diye sordu. O da ‘seni rabbin mi gönderdi yoksa sen kendin mi geldin’ diye sordu. Cebrail kendim geldim deyince ‘senin bana yapabileceğin bir şey yok’ dedi ve onu geri gönderdi. Belki de bıçağın kesmemesi tam bununla ilgilidir.

Dünyada bıçağın kesebileceğine dair inancı engelleyebilecek tek gücün, -öyle bir keskinlik ki bu, aynı zamanda hem kesiyor hem kesmiyor- Allah olduğunu düşünmeye başladığın andan itibaren, hadi Anadolu deyimiyle söyleyelim, sana bıçak işlemiyor artık.

İkinci imtihanında Hz. İbrâhim, gökyüzünden yere inen koça bakıp, rabbim bu imtihanı da bana kolaylaştırdı mı, diye sormuş rivayet o ki. Çünkü siz ateşe doğru uçarken, senden istemem rabbimden isterim deme kabiliyeti geliştirebilen biri olursanız ikinci imtihanınızda size doğrudan bir koç iner.

Ve biz aradan geçen üç bin yılın sonunda, bıçağın o koçu kesmesi ve boynumuzu kesmemesi umuduyla kurban keseriz.

Bunun bütün anlamları üzerinde düşünebildiğimiz an aslında bir başka insanlık fazına geçeceğiz.

Ama biz artık herhangi bir anlam üzerine düşünmeyi reddeden ‘büyük’ insanlarız.

‘Bıçağın saltanatını reddeden bir yara’ olmaktan vazgeçtiğimiz için…

Bize bıçak işliyor artık